RUHLAR ARASINDA - DR. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 3

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%205.jpgSPATYOM* HAYATINA BİR BAKIŞ

Şimdi aklımıza şu sual gelebilir: Acaba dünyada cari olan kaideler spatyomda da aynen mevcut mudur? Bu sualin cevabını verebilmek için evvelce başka yerlerde (5/288-304) spatyom hakkında neşredilmiş kanaatlerimizi okuyucularımıza kısaca hatırlatmanın lüzumunu duyuyoruz.

Spatyom bilgisi hakkındaki anlayış ve görüşümüzün başlangıç ve bitim noktaları arasında kalmak şartiyle, neo-spiritüalizma incelemelerine dayanarak, biz, oranın hayatını umumi görüşte üç merhaleye ayırabiliyoruz. Şimdi bu merhaleleri süratle gözden geçirelim:

1 – İnsanların, ölümü müteakip, tekamül derecelerine göre az çok devamlı olarak geçirecekleri ilk merhaleyi biz ruhların kendiliğinden tahayyül durumlarına ait bir devre diye kabul ediyoruz. Bu merhaledeki ruhların arasına  klasik spiritlerin <<teşevvüş** halinde>> dedikleri ruhlarla, okuyucularımıza biraz sonra sunacağımız üstat Allan Kardec’in (6/43) tasnif cedvelinde yazılı üçüncü guruptaki, yani 10, 9, 8, 7, ve 6 ıncı sınıflardaki ruhları ve onu müteakip gene takdim edeceğimiz Colette ve Georges Tiret’nin tasniflerine göre (8/37) birinci, ikinci ve hatta kısmen üçüncü mertebelerdeki ruhları dahil edebiliriz. Aşağıda zikrettiğimiz üç unsurun  bir araya gelmesi, bu merhaledeki ruhların umumi evsafını neticelendirmiştir, diyebiliriz:

A – Bu  merhalede bulunan ruhların birçok melekeleri henüz inkişaf etmemiştir veya kapanık haldedir. Bu ortamda araştırıcı ve bulucu kudretleri de uyuklama halindedir. Araştırmak ve bulmak; bir cehitle, bir fikri takiple, sabırlı ve sebatlı bir çalışma ile mümkündür. Fakat bu işler her şeyden evvel ruhun mühim bir kudretinin, mühim bir melekesinin yerinde ve yolu ile kullanılmasına bağlıdır. Yani irade ne kadar bütünlüğüne yakın mükemmeliyet içinde kullanılırsa araştırıcılık ve buluculuk kabiliyeti de o nispette tekamül etmiş bir hal alır. İrade hayvanlarda bile mevcut olduğuna göre, iradesiz hiçbir insan ruhunun mevcudiyeti tasavvur edilemez. Ancak burada mühim olan nokta, iradeye verilecek istikametin şuura layık olup olmaması meselesi üzerinde toplanır. Hayvanlar bilmeden iradelerini kullanırlar. Gene böyle bilmeden iradelerini kullanan insanlara biz, bir bakımdan haklı, bir bakımdan da haksız olarak  <<iradesiz adam>> deriz. Buradaki mesele şudur: Hayvanlardaki irade, içten gelen içgüdülerle ve dış tesirlerden dolayı zorlamalarla adeta otomatikman istikamet alır. Bir örümcek içgüdüsüyle yuvasını yapar. Onun burada şuuru ve şu veya bu maksada matuf bir düşüncesi yoktur. Zira bu iki meleke onun ruhunda henüz inkişaf etmiş bir halde değildir. Binaenaleyh yuvasını ne kendisinin yaptığının farkındadır, ne de onu ne maksatla yaptığını bilmektedir. Keza aynı örümcek, yuvasına takılan küçük bir sineğin üzerine atılırken de bunu ne maksatla yaptığını, bu hayvanı yakalamakla ne faydalar temin ettiğini asla düşünmeden bu işi yapar. Bununla beraber onun yaptığı bütün bu işler ancak kendi iradesinin faaliyete geçmesiyle mümkündür. Ama, bu irade istikametini örümceğin şuurundan değil, içgüdülerinden ve zorlamalarından alır. İşte böyle bir iradeye biz: kendiliğinden irade diyoruz.  Otomatik irade de denilebilir. Bu hal insanlarda da görülür. Fakat otomatik irade ruh kapanıklığının bir vasfı olarak kabul edildiğine göre, böyle bir iradenin şuurlu iradeye üstünlüğünü bir insanda ne kadar tebarüz etmiş bulunuyorsa onun ruhunun o kadar kapalı ve realitesinin o kadar dar olduğuna haklı olarak hükmedebiliriz.

*  Öbür dünya – ahiret.
**  Karışıklık – kendini, yerini, durumunu bilememe.

Burada şunu da arzedeyim ki, bir insan, şuurunun ve zekasının erebileceği seviyenin fevkindeki planlardan gelen bazı üstün zorlamalara ve ilhamlara tabi olarak da iradesine istikamet verebilir ki, bu hali evvelki ile karıştırmamak icap eder. Zira bunlarda körükörüne ve şuursuzca değil, bilakis kuvvetli imanla o yüksek ilhamlara bağlı bir şuurun muvafakatı ve mutabakatı bahis mevzuudur ki, bu hali başka yerlerde ayrıca mütalaa edeceğiz.

İşte spatyoma yeni geçmiş olan her ruhta evvela böyle bir <<iradesizlik>> hali, yani kendiliğinden istikametini alan iradi tezahürat görülür. Yalnız ilerlemiş ruhlarda bu hal çok kısa, hatta bazen birkaç dakikalık zaman kadar sürer ve geçer. Fakat geri ruhlarda gerilikleri nispetinde bu ruh halini vasıflandıran merhale çok uzun ve hatta ekseriya o ruhun bütün spatyom hayatı boyunca devam eder. Böyle ruhlar kendilerini tamamiyle pasif hissederler. Etraflarında bir çok olayların cereyan ettiğini görürler, fakat bunların ekserisinin kendi taraflarından, kendi iradeleriyle husule getirilmiş olmasına rağmen ne maksatla ve kimin tarafından husule getirildiği hakkında onların hiçbir malumatı olmaz.* O ruhlar, sadece o hadiselerin içinde ister istemez ve tamamiyle pasif olarak sürüklenip giderler. Çoğu nahoş ve ıstıraplı olan bu imajları onlar, dışarıdan kendilerine zorla kabul ettiriliyormuş gibi telakki ettiklerinden, onlardan kurtulmak için beyhude yere mücadele edip dururlar. Halbuki bu zavallılar düşünemezler ve bilemezler ki, bu imajlar ancak kendi inançlarının ve kendi iradeleriyle yapılmış imajinasyonlarının bir hasılasıdır. Ve onlarla mücadele ettikçe o hadiselerin mevcudiyetlerini büsbütün kabul etmiş ve onların realitelerine inanmış bulunmaktadırlar. Böyle yaptıkça da bilmeden iradeleriyle onların hayatiyetini daha ziyade kuvvetlendirerek kendi üzerlerindeki tazyiklerini arttırmağa müteveccih olan istikametlerine yol vermektedirler. Bu hal de onların spatyomdaki ıstıraplarını ve azap, hatta işkence çekmelerini mucip olan hadisatı daha kuvvetli olarak yaşatmakta ve sürdürmektedir.

* Bir nev’i teşevvüş.

İşte bu bahsin sonunda ayrıca <<Teşevvüş halinin şuursuzluğu>> diye açacağımız bahiste de uzun uzadıya izah edeceğimiz bu karışık ruh halinin amillerinden birisi bu otomatik iradedir. Bu halde faaliyet gösteren bir varlık şuursuzdur ve daha tuhafı şaşkındır.

B – İkinci unsur, gene yukarıdakine bağlı bir ruh kapanıklığı ile tebarüz eder. Biliyoruz ki, (5/368-440)  imajinasyon irade ile başlar, irade ile biter. İradesiz imajinasyon mümkün değildir. Halbuki en geri insan varlığında bile imajinasyon melekesi az çok inkişaf etmiş bulunmaktadır. İşte bir ruhun imajinasyonu temin eden iradesi eğer otomatik bir irade ise o imajinasyon, o ruh için yabancı menşeli kalır ve o kendi imajinasyonu mahsulü olan imajları dışardan, yabancı kaynaklardan geliyormuş gibi zan ve kabul eder. Bu tıpkı kalbinin hareketleri kendi ruhunun kudretiyle vukua gelen bir insanın bunu takdir edemeyip onun kendi iradesi dışında bir kuvvetin tesiriyle hareket ettiğine inanmasına benzer.

Bu hususta insanlar çok tuhaftırlar. Ufak bir cehit sarfiyle kolayca öğrenebilmeleri mümkün olan bazı hakikatleri – sırf kendilerini itiyatlarına bağlıyan taassupları (bağnazlıkları) yüzünden – bilmemekte ısrar edip dururlar ve bundan da gene kendilerinden başka kimse bir şey kaybetmez.

Örneğin, bazı insanlar kendi ruhlarında cereyan eden en göze batıcı hadiseler hakkında bile hiç olmazsa yabancı bir varlık gibi uzaktan dahi küçük bir ilgi göstermek kudretinden yoksundurlar. Böyleleri, mesela, rüya, telepati, düşünce intikali, önsezi gibi bilhassa gelecek spatyom hayatlarının adeta birer parçası halinde olan iradeye ve tahayyüle ilişkin bir sürü diğer ruhi tezahüratla ve bu tezahüratın husulünde rol oynıyan yüksek ruh melekeleri ile meşgul olmaktan çekinirler, kaçınırlar. Ve bunun yerine sırf maddi oldukları için kıymet verdikleri – belki de yüksek ruh melekelerinden birinin veya bir kaçının inkişafı aleyhindeki –  bazı arzu ve temayüllerine bütün şuurlarını bağlarlar. İşte spatyomda ruhun en büyük yardımcısı olan böyle yüksek melekelerini dünyada iken inkişaf ettirmemek gafletini göstermiş insanların ölümlerinden sonra girecekleri ilk spatyom merhalesinde kullanmağa alışkın olmadıkları bu melekelerinin bir kısmından uzun müddet istifade edememeleri ve diğer kısmından da ancak şuursuzca faydalanmaları kadar tabii bir şey tasavvur edilemez. Ve sonuncu kısma giren tahayyül melekesinin de böyle şuursuzca kullanılması, ruhun spatyomdaki ıstırap sebeplerinden bazılarını teşkil eden sonucu doğurur. Ruh ve Kainat kitabının spatyom bahsinde bu, bazı misaller ile kafi derecede izah edilmişti. Ayrıca onlara burada da diğer misaller eklenecektir.

Şu halde ne kadar geri olursa olsun insanlık mertebesinin mühim bir vasfı olan tahayyül melekesinin, hele serbestleşmiş bir ruhta, şuursuzca ve otomatik halde dahi olsa faaliyete geçmesi zaruridir. İşte bu zaruretin bir neticesi olarak kendiliğinden tahayyül kudretiyle vukubulan objektif ve sübjektif bütün imajlar sanki dışarıdan geliyormuş, sanki kendi iradesinin dışında cereyan ediyormuş gibi bu ruhta aldatıcı duygular uyandırır ve böylece, bilmeden vicdanından kopup gelen iyi kötü şeylerin hadiseler halinde içinde yaşanmasından dolayı büyük bir şaşkınlık duyar ve bu da – ilk zamanlarda –  bu acemi varlığı karmakarışık (teşevvüşe düşüren) ve ıstıraplı duruma sokan mühim bir unsur olur. Klasik spiritlerin bu haleti ruhiyeyi <<teşevvüş hali>> diye tasvir etmelerinde bu bakımdan büyük bir isabet vardır. Zira mesela, bir kaatilin dünyada işlediği bir suça göre kendisinde husule gelmiş olan bütün kötü ruh hallerini vicdanının zorlamaları, tahayyül yolu ile en korkunç, en canlı ve dokunaklı şekiller, renkler, sesler gibi bir sürü imajlar halinde kendi muhitinde canlandırır. Ve o zaman bu zavallı varlık, dünyada, bizzat kendi yarattığı bazı imajları realite zanneden tımarhanelik bir delinin intibaksızlık ve ıstırap hallerini bütün çıplaklığı ile gösterir.

C – Üçüncü unsur, spatyoma yeni intikal etmiş insanların dünyadan henüz yeni ayrılmış olmaları neticesinde buraya ait, yani maddi ilişkilerle ilgili bir sürü göreneklerden, itiyatlardan ve arzulardan kendilerini kurtaramamış olmaları ve bunları ruhlarında, oralarda da devam ettirmeleridir. Dünyadan getirilen bu lüzumsuz unsurlar, maddeler, değerler ruhların maddeye bağlılıklarına ve tekamül derecelerine göre, ya çok kısa zamanda defolurlar veya uzun zaman, hatta ikinci bir enkarnasyon müddetinin girişine başlangıcına kadar ve hatta muhtelif spatyom hayatlarında devam eden ruhun korkunç bir ıstırap kaynağı ve çekilmez bir baş belası olarak sürüp giderler.

İşte öbür aleme geçince geri ruhlarda uzun zaman sürüp, giden bu yukarıda saydığım üç zararlı unsurun ruhta bir araya gelmesi, spatyomun neo-spiritüalizmaya göre ayrılmış birinci merhalesindeki varlıklarının ruh hallerine ait umumi evsafını gösteren şemayı kolaylıkla çizmemizde bize yardım edebilir. Yukarki unsurların bir araya gelmesinden dolayı ruhi hallerin çeşitlerini düşünüp buldukça böyle geri mıntakalarda uzun müddet sürünüp duran zavallı varlıkların çektikleri ıstıraplar hakkında açık fikirler edinmek mümkün olur. Ve yukarda söylenen sebeplerden dolayı bu yoldaki zihni araştırmalar esnasında gösterilecek cehitlerin de insan ruhu için ayrıca mühim bir kazanç ve istikbale müteveccih bir hazırlık olduğunu anlatmağa lüzum kalmaz.

Demek ki, bu merhalede bulunan ruhların genel durumlarını şöylece hulasa edebiliriz: Bu ruhlar bir taraftan, dünyadaki kötü fiil ve niyetlerinin vicdanlarında çizmiş olduğu sarsıcı ve ezici intibaları hamildirler; diğer taraftan da dünya bağlarından dolayı geri ve maddi ihtiraslarının, arzularının ve itiyatlarının esiri olarak spatyoma gelmişlerdir. İşte bir taraftan bu azap verici izleri ve intibaları taşıyan vicdanın, diğer taraftan da yersiz ve tatmini imkansız maddi ihtirasların, arzuların ve itiyatların birbirine zıt tesiri altında kendi kendine harekete geçen tahayyül melekesi spatyoma yeni geçmiş bir varlığın oradaki alemini azçok uzun bir zaman için yaratmış olur. Ruhların geçirmesi lazım gelen bu merhaleye biz spatyomun kendiliğinden tahayyül devresi diyoruz.

Alışkanlıkların ve vicdani zorlamaların kuvvetlerini kaybetmeleri nispetlerinde ruhun şuuru açılır, şuur açıldıkça da kendiliğinden olan tahayyül, şuurlu tahayyül haline intikal ederek ikinci merhaleye geçilir. Fakat her yerde olduğu gibi bu geçiş de keskin hudutlarla olmayıp tatlı ve tedrici bir seyirle oluşur.

II - Spatyomum, neo-spiritüalizmaya göre birinci merhalesini takibeden merhalelerindeki ruhların durumları ve evsafı bu yüksek merhalelerde onların inkişafları vaki oldukça, bizim fehim (anlayışlılık) ve idrakimizden, maddi ve manevi anlayış kabiliyetlerimizden ve bütün kavrayış imkanlarımızdan çıkıp uzaklaşmağa başlar. Zira buradan itibaren ruh kendini bulur, etrafiyle olan münasebetlerini tanımağa başlar ve azçok keşfolunmuş ruh melekelerini gittikçe daha büyük serbestlikle kullanabilir. Bu bile bile kullanılacak duruma geçirdikleri kudretler arasında tahayyül melekesi de vardır. İşte bu sebepten dolayı spatyomun bu mıntakalarına şuurlu tahayyül merhalesi diyoruz. (5) Bize göre, Allan Kardec’in tasnif cetvelinin ikinci gurubundaki, yani beşinci, dördüncü, üçüncü ve ikinci sınıflarındaki ruhlarla, Colette ve Georges Tiret’in takdim ettikleri cetvelin üçüncü ve dördüncü sınıflarındaki ruhlar bu merhalenin varlıklarıdır.

Bu merhaledeki ruhların bütün evsafını mütalaa etmek insanlar için mümkün olmamakla beraber, onların muhtelif kaynaklardan bilgi sahamıza aksettirilen bazı hususiyetlerini göz önünde tutarak anlıyabileceğimiz birkaç bariz vasfını şu cümleler içinde toplıyabiliriz: Bu merhaledeki ruhlar; inkişaf yolundaki yüksek kudret ve kabiliyetlerini, kazanmış oldukları kıymetleri ve etraflariyle kendi varlıkları arasındaki münasebetleri illiyet (determinizm) prensibi ışığı altında görüp takdir etmeğe başlamışlardır. Bu sebepten dolayı bunların spatyomdaki en mühim meşgalelerini bizzat kendileri ve kendilerinin muhitleriyle olan münasebetleri hakkındaki mevzular üzerinde araştırmalarda bulunmak, yani bir tek kelime ile: Kendilerini bulmağa çalışmak teşkil eder. Demek ki, burası, ruhun kendisini bizzat şuuruyla yetiştirmeğe, daha doğrusu evren olaylarıyla ilgili olarak kendi hayatını planlaştırmağa başladığı ilk yüksek merhalelerden birisidir.

Yukarıki sözlerden sonra bu merhalenin bilhassa ilk kısımlarındaki varlıklariyle temasta bulunacak spiritlerin dikkat etmeleri lazım gelen bazı noktalar üzerinde durmak icabeder: Bunların sözleri ve ifadeleri samimi olmakla beraber daha ziyade indi ve şahsidir. Ve böyle şahsi ve zati intibalara dayanan bilgiler, bugünkü dünyamızın azçok yükselmiş düşünce seviyesindeki varlıklarını her noktasında henüz tatmin edici bir şümul göstermiyebilir. Zira bunlarda alemşümul (evreni ilgilendiren) münasebetlere dair yüksek bilgiler henüz lüzumu derecesinde tekamül etmemiştir. Binaenaleyh bütün bilgileri kendilerinin ve kendileriyle muhitleri arasındaki münasebetlerin hududunu tecavüz edemez. Şüphesiz bu varlıklarla temastan edilecek istifade bilhassa moral sahalarda pek büyük ve kıymetli ve bugünkü beşeriyet için de çok şayanı arzu olabilir. Yalnız, alemşümul bir ilim mevzuuna ilişkin yüksek ruhi konuların mütalaasında sadece bu ruhlardan alınacak bilgilerin bugünkü fikri ve tecrübeye dayanan ilmi durumumuz karşısında umulan faydalariyle beraber ekseriya hatadan korunmuş olmadıklarını da her an gözönünde  tutmak lazım gelir.

İşte bu ciheti takdir edemiyen bazı tecrübesiz muarızlarımız muhtelif spiritizma topluluklarınca alınmış tebliğatın bazan birbirini tutmayışını veya birbirini nakzedişini –  bu bilgisizlikleri yüzünden –  ruhlarla insanlar arasındaki irtibat (bağ kurma) imkanı aleyhinde bir silah olarak kullanmak gafletinde bulunmuşlardır.

III – Bu dereceye yükselmiş ruhların teşkil ettiği üçüncü merhale, üç buutlu realitemizin yukarı doğru olan hududunu ve son mertebelerini gösterir. Binaenaleyh bunların evsafı hakkında insan diliyle söylenebilecek sözlerin kıymeti hemen hiç derecesinde kalır. Bunlar tekrar bu dünyalara mecburi geliş ve gidişlerden kendilerini kurtarmış büyük varlıklardır. Bu ruhlarda, bizim bildiğimiz ve tasavvur edebildiğimiz yüksek ruh melekeleri bütün haşmetiyle faaliyete geçmiş olmakla beraber henüz mevcudiyetlerinden haberdar bile olmadığımız diğer daha yüksek ruh melekelerinden bazıları da yeni yeni inkişaf etmeğe başlamıştır. Şu halde biz bunları tasnifimizin haricinde tutarak sadece üç buutlu realitemizin son mıntakasını işgal eden varlıklar olarak kabul etmekle kalacağız. Burada üç buutlu realitemizin son merhalesi dememizin sebebi de şudur: Bu merhaleden itibaren gittikçe bizim üç buutlu realitelerimizin imkanları tamamiyle tükenir, yüksek maddeler alemindeki, bizimle hiç münasebeti bulunmıyan varlıkların hayatına doğru bir hareket başlar.

Bu üçüncü merhaledeki ruhlar, tekamül derecelerine göre oldukça ilerlemiş bilgi, görgü ve tecrübeleriyle ve bazan da daha yüksektekilerden gördükleri yardım ve aldıkları direktiflerle, kainatın ahenk ve nizamını temin eden ilahi kanunların kendi kudretleri dahilinde tatbikatına memur edilmiş veyahut bu hakkı kazanmış büyük varlıklardır. Bunlar, Allan Kardec’in cetvelindeki birinci, yani yukarıya doğru son gurupta, keza Colette ve Georges Tiret’nin tasniflerinde de beşinci derecede yer tutan ruhlardır.

Bu merhaledeki ruhların insanlarla çok nadiren ve ancak asırlardan asırlara vukubulan doğrudan doğruya temasları neticesinde büyük hakikatler meydana çıkar ve bunların hükümleri yeryüzünde asırlarca payidar olur. Zira bunların ifadeleri, sözleri ve talimatı, henüz tecrübeleri kafi dereceye gelmemiş varlıkların şahsi müşahedelerinden çıkardıkları indi hükümlerden ve nazariyelerden bambaşka kıymette şeylerdir. Yani, bu talimat evren olaylarını yöneten, tedvir eden büyük ilahi kanunlara nüfuz etmiş yüksek kaynaklarla temastan ötürü çok şümullü bilgilere dayanan büyük kıymetlerdir. Bunlarda ne tezat (çelişki), ne de bizim anladığımız manada hata mevcut değildir.

Dediğimiz gibi, bunların dünya ile doğrudan doğruya temasları ancak lüzum ve ihtiyaç hasıl oldukça pek uzun fasılalarla vukua gelir. Bununla beraber bu yüksek kudretlerden aşağı boşanan nur ve bilgi sağnağı beşeriyetin kararmış ufuklarını asırlar boyunca aydınlatmağa kafi gelecek kadar zengin ve kudretlidir.

Bu merhaleyi takibedecek alemlerdeki varlıklar, artık hiçbir insan oğlunun veya kızının tasnif cetvelinin hiçbir tarafına sığmıyan devasa (çok büyük, çok ulu) ruhlardır. Bunların kim ve nasıl varlıklar oldukları hakkında hiçbir düşünce, muhakeme, tahayyül ve hatta uydurma bir tasavvur bile mümkün değildir. Sürüp giden (sonsuz) tekamül halinde uçsuz bucaksız kainatta ebedi yükselişlerine devam ederek idrakimizden tamamiyle kaybolup giden ve bazı tecrübesi noksan varlıkların ruhuna ilahi kudretler halinde doğan bu mertebedeki ruhlar, bir neo-spiritüaliste göre üç buutlu düşünce ve realitelerin hudutlarını aşmış ve bu yüce duruma liyakatlerinin icabı olan yüksek ruh melekelerini çok uzun görgü ve tecrübe devreleri geçirdikten sonra inkişaf ettirmiş, fakat ideal kemal (olgunluk) zirvelerine nispetle hala tekamülün henüz aşağı safhalarından daha ileri gidememiş yüksek varlıklardır. <<Daha ileri gidememiş>> diyoruz, çünkü bunlardan daha ileride olan ruhların tarafımızdan söz konusu bile edilmesi mümkün değildir. Böyle uydurma bir dört buutluluk hikayesiyle idrakimizin dışına çıkardığımız ruhlar hakkında evvelce Ruh ve Kainat adındaki kitabımda söylemiş olduklarıma ilave edecek birtek sözüm yoktur. (5/283=304)

Şu halde ne kadar yüce vasıflarla donanmış bulunurlarsa bulunsunlar, gerek Allan Kardec’in, gerek Colette ve G. Tiret’nin  ve gerek okültist ve mutasavvıf alimlerin ruh tasnifine dair yaptıkları cetvellerin ne yüksek ve en son mertebelerindekilerinin dahi, dört buutlu itibar ettiğimiz alemin ve daha ilerisindeki alemlerin büyük varlıklariyle ilgisi yoktur. Demek ki, biraz aşağıda takdim edeceğim klasik spiritlerin ruhlar hakkındaki tasniflerinin son mertebesindeki varlıklar, yukarda yazdığım spatyomun ancak üçüncü merhalesindeki ruhlar olacaktır.

Fakat klasik tasniflerin bizce asıl kıymeti de buradadır. Ve onları bu bakımdan, tatbikat sahasında okuyucularımıza çok  istifadeli bir mevzu olarak takdim ediyoruz. Zira spiritizma denemelerinde, çoğunluk vaki olduğu gibi acemi ve henüz yetişmemiş medyomlarla yapılan celselerde hemen hemen ilk karşılaşılacak ruhlar bu birinci ve nadiren de ikinci mertebedeki varlıklar arasında bulunanlardır. Halbuki bilhassa üstat Allan Kardec’in bu devredeki ruhlar hakkında derin bir tetkik ve tahlil neticesinde tertiplemiş olduğu tasnifi kafi derecede tafsilatlı ve henüz tecrübesi az araştırıcılar için kıymetli bir rehber olmağa layık durumdadır.

Anlaşılıyor ki, bütün spatyom hayatı bu tasnifimiz içinde olanlardakinden ibaret değildir. Yukarı doğru yükselen ruhsal evrimler, yükselmeler hakkında hiçbir bilgi ve düşüncemiz mevcut olmadığı gibi, aşağılara doğru inen varlıklar hakkında da kat’i bir bilgisizlik içinde bulunduğumuzu hissediyoruz. Mesela, biz spatyomun en geri varlıklarının işgal ettikleri mıntakayı beşer düşüncelerle yapılmış bir ruh tasnifi cetvelinin en aşağı ve geriden başlangıç merhalesi olarak kabul ediyoruz. Ama hakikatte iş böyle değildir. Zira bu cetvellerin en aşağı sınıflarında bile ne bitkilerin ve hatta ne de hayvanların ismi ve cismi yoktur. Kaldı ki, geri ruh mertebeleri bitki halindeki varlıklardan daha çok aşağılara da inip gider (5/421). Şu halde  hem aşağıdan, hem de yukarıdan bizim tasnif cetvellerimizin dışında kalan ruhlar sonsuzdur. Gerek dünyada ve gerek spatyomda olsun, bu ciheti düşünmemiş bazı varlıkların hükümleri onları o kadar büyük hatalara ve o kadar kötü mütalaalara sürüklemiştir ki, bunların düşüncelere yanlış istikamet vermeleri ihtimali bakımından çok zararlı neticeleri olabilir. Böyle nispeten dar görüşlü varlıklar (ki bunlar ekseriya ikinci merhalede bulunan ruhlardır), ruh alemi hakkındaki idrak ve fehim kabiliyetlerinin son haddine gelince bu haddin üst kısımlarında bulunan varlıkları tanrılaştırmak, alt kısımlarının başında bulunanları da yoketmekten başka yapılacak iş kalmadığını zannederler. Nitekim, biraz sonra takdim edeceğim iki klasik tasnifin altında ve üstünde kalan ruhlar hakkında o tasnifleri yapanlar tarafından sarfedilmiş bazı düşünceler, okuyucularıma bu hususta açık bir fikir verecektir. Bunlar bilgilerinin durduğu yerde hissi hükümlerle ilerlemeğe çalışan ve bittabi gözü kapalı yürüyen her varlığın düşmesi mukadder büyük hatalardandır. Ruh alemleriyle teması arzu eden okuyucularımın dikkatlerini bu noktaya ehemmiyetle çekerim.

Ruhların mertebeleri hakkında yapılmış beşeri bir tasnifte insan kavrayışının neden yukarı doğru durduğu yerde ruhlar tanrılaşmış ve neden aşağı doğru durduğu yerde de yoklara karışıp gitmiş olsunlar? Sanki çaresiz insanın fehim ve idraki kainatın mizanı ve ölçüsü müdür?

Düşünmeli ki, ne kadar geri olursa olsun, bir insan ruhu bütün hayvan ve hatta bitki ruhlarından daha çok mütekamil bir varlık haline girmiştir. Geri insan varlıklarını yok ettikten sonra onlardan daha çok geride bulunan hayvan ve bitki ruhlarını haydi haydi yoketmek icap edecektir. Bu düşünce büyük hatalarla maluldür. Böyle hatalı bir hüküm, hatta spatyomdaki bir varlığın tebliğine dahi dayanmış olsa, muhakkak surette henüz yetersiz şümul derecesindeki bir görüşün mahsulü sayılmalıdır. Bununla beraber bu hatalı düşünceleri de biz haklı görüyoruz. Zira bunlar, belirli hudutlar arasında hapsolup kalmış varlıkların, ancak nasipleri olan görüşlerinin mahsulüdür.

Demek ki, aşağıda vereceğimiz, gerek A. Kardec ve gerek Colette ve G. Tiret taraflarından takdim edilmiş tasniflerin kıymeti – tekrar ediyorum – ancak insan realitesine yakın realite çerçevesi içinde kalan bir alemin varlıklariyle alakalıdır. Ne aşağı, ne de yukarı doğru bu çerçeveyi aşacak durumlarda bulunan varlıkların böyle tasniflerle hiçbir ilgisi olamaz. Yani, umumi ve şümullü manasiyle bir spatyom hayatı söz konusu edilince akıl ve idrakimizin asla kavrayamayacağı bir erginlik, bir derinlik ve yükseklik içinde kaybolup giden muazzam bir kainat mefhumu düşünülür. O zaman spatyomu dolduran sayısız varlıkların, ne nitelik, ne de sayıları hakkında hemen hemen hiç bir şey bilmiyoruz, diyebiliriz. Zira bu husustaki ilkel ve nisbi bilgimizin kıymeti, bir tek bilinenin sonsuz, bilinmeyenlere nispeti gibi sıfırdır!

Madde alemi sonsuzdur. Bu sonsuzluk ruhların müessiriyet ve faaliyetleri önüne sonsuz imkanlar yayar. Ruhlar ise koca evrenin üstündeki kudretlere sahip ve sayısız müessiriyet imkanlarını varlıklarına toplamış her adımında, her yükselmesinde, tabaka tabaka açılmakta ebediyen devam eden varlıklardır. Hem kendilerinde sonsuzluk arzeden madde kainatının teessüriyet kabiliyeti ile ruhların namütenahi (sonsuz) olan müessiriyet kudretlerinin karşılaşmasından dolayı, sayısız olaylar ve imkanlar, bir avuçluk kafatasımızın içindeki, birkaç hücrelik beyin parçasına nasıl sığdırılabilir?

İşte bu düşüncelerin tesiri altında biz bu bahsi bir <<ilkel bilgi>> vasfiyle isimlendiriyoruz. Fakat medyomluk tatbikatına geçen ve ruhlarla temas niyetinde bulunan bütün araştırıcılar için bu ilkel bilginin birinci derecede lüzumu ve faydası vardır. O kadar ki, bu bilgilere sahip olmıyan kimselerin spiritizma celseleri yolu ile muayyen kemal (olgunluk) mertebelerine ulaşmaktan kendilerini alakoyucu büyük engellerle karşılaşmaları daima mümkündür.

Bütün bu mütalaalardan sonra bu ilkel bilgiyi hazırlayıcı unsurlara geçmekte ve bu sahalarda diğer araştırıcıların da yapmış oldukları büyük hizmetlerin kıymetli neticelerini okuyucularımıza sunmakta hiçbir sakınca kalmıyor.

Yukarıda <<unsurlar>> dan bahsettim; bundan maksadım bu ilkel*  bilgiyi edinirken müracaat edilen araştırma vasıtalarından bazılarıdır ki, spatyomdan dünyaya haber gönderen ruhların bu husustaki tebligatı bunlar arasında mühim bir yer tutar. Böylece, biraz evvel takdim edilen neo-spiritüalizmaya göre, spatyom merhalelerini tayin edebilmek hususunda yazarın, büyük çabalar sarfederek toplamış olduğu birçok müşahedeler arasında, ruhlardan alınmış tebliğat da vardır. Evvela gerek bu orijinal çalışmalara ve gerek başkalarının mesaisine ait tebliğlerin birkaç tanesini yazdıktan sonra diğer araştırıcıların doğrudan doğruya ruhlardan alarak naklettikleri klasik ruh tasniflerini okuyucularımıza sunacağız.

* İlkel: iptidai, başlangıçta olan, yeni başlayan.

BEDRİ RUHSELMAN

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana