MUKADDERAT VE İCABAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 10

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%205.jpgİLAHİ İRADE KANUNLARINI ZORLAMAK DOĞRU DEĞİLDİR

Bir varlık, esbabı, icapları, imkanları ve zaruretleri hazırlanmadan kocaman bir dağı devirebilir mi? Ayı gök yüzünden kaldırabilir mi? Veyahut dünya üzerinde on bin sene yaşıyabilir mi?...

Bu suallerin ruhlarımızda uyandıracağı tepkiler karşısında şöyle düşünmeğe başlarız: İlahi irade kanunlarının tatbikatında, insan oğlunun ve bütün varlıkların elbette muayyen bir imkan derecesi ve hududu vardır. Ve bize göre yukarda söylediğimiz ve bilhassa bir az evvelki umman misalinde arzettiğimiz gibi, buradaki imkan sahasının hududu, varlıkların tekamül derecelerinin kendilerine kazandırmış olduğu kudret ve liyakat nisbetinde genişler fakat hiçbir vakit o ummanı kucaklıyamaz. Ve kucaklıyamıyacaktır. Zira varlıkların tekamülleri ve kudret iktisap etme keyfiyetleri nasıl namütenahi ise o ummanın hudutsuzluğu ve sonsuzluğu öylece namütenahidir.

Binaenaleyh birincisinin ötekini yakalamasına, yani varlıkların kudretlerinin günün birinde ilahi irade kanunlarının sahası hududunu aşarak o ummana tamamile hakim duruma geçebilmesine imkan yoktur kanaatindeyiz. İşte böylece bir insanın nasıl, bir ayı gök yüzünde yok etmesine imkan tasavvur edilemezse bir karıncanın da bir kitap yazıp neşretmesine öylece imkan düşünülemez. Fakat insan için bir kitabı yazabilmek umuru adiyedendir. İşte buradaki imkan haddinin derecelenmesi, karınca ile insan arasındaki tekamül farkının bir icabıdır. Keza bahçenin bir köşesinde biteb bir mantarın da karınca gibi bütün bahçeyi dolaşarak beğendiği herhangi bir gıdayi yuvasına taşıyamaması da gene karınca ile o mantarın tekamül farkından ileri gelme bir icaptır. Ve bu bakımdan mantar, karınca kadar bile tabiat kanunlarından nisbeten bollukla faydalanamamaktadır. Yani karıncanın ruhi kudreti; yürümek için bir bacağı, yakalamak için bir ağızı, keşfetmek için birtakım anten nevinden organik teşekkülatı idare edebilecek bir kifayet derecesine ulaşmıştır. Ve onun içindir ki karınca, bu teşekkülata malik olmakla, tabiat kanunlarının daha üstün icaplarından istifade hakkını kullanabilmek liyakatine erişmiştir. Halbuki mantarın ruhu henüz bu liyakati gösterememektedir. İşte nasıl nebatlar ve hayvanlar arasında böyle tekamül farklarile birbirinden ayrı kudretler gösteren ve bu kudretleri nisbetinde ilahi irade kanunlarından istifade imkanlarını çoğaltan varlıklar mevcut ise elbette insanlar ve daha üstün varlıklar arasında da öylece ilahi irade kanunlarını kullanmak ve onların icaplarından faydalanmak hususunda birbirinden farklı kudretler gösteren ve bu kudretlerini tekamül derecelerile ödiyen varlıklar ayrılmıştır. Mesela fiziko-şimik ilimler hakkında hiçbir bilgisi olmıyan çok cahil bir insanın modern bir fizik veya kimya labaratuvarına girerek orada atom enerjisinin nazariyat ve tatbikatından bazi ilmi neticeler çıkarıp ortaya koyabilmesi imkanı düşünülemez. Bu sahada ilerlemiş bir fizik alimine birçok keşif imkanları bahşeden tabiat kanunlarının bu labaratuvar işlerinde hakim olan icapları, o cahil adama hiçbir sırrını ifşa etmez ve bir şey söylemez. Keza bir piyano üzerinde senelerce çalışan bir virtiözün parmakları altında en yüksek ve ruh okşayici nağmeleri çıkaran bir piyano aleti de ömründe bu aleti eline almamış ve hatta görmemiş elli yaşındaki başka bir adamın karşısında hiçbir işe yaramıyan bir nesneden ibaret kalır.

İşte az çok tekamül ederek insanüstü kudretlere ermiş bir varlığın karşısında da dünya şartları içinde en kaabiliyetli gördüğümüz bir adem oğlunun durumu böyledir. O insanüstü varlığın bir insana nazaran tabiatta yapabileceği o kadar muazzam işler vardır ki insanın bunları başarabilme imkanının mevcut olmayişi şöyle dursun, hatta bu yüksek işlerin mahiyetlerini bile idrak etmeğe kudreti yetmez. Onun içindir ki ruhlar diyarında ilerlemiş ruhların ne gibi işler yaptıklarını insanlara anlatabilmek imkansız bir hal almıştır.

Bütün bu sözlerden çıkan netice şudur: İnsanların ilahi irade karşısındaki serbestlikleri tamdır. Fakat bu tamlığında gene bir hududu vardır. Ve bu hudud, o varlığın, ulaşmış olduğu tekamül derecesile inkişaf eden ruh kudretlerinin tecelliyatına göre taayyün eder ki bu kudretlerin başında onun görgü ve tecrübesi isteği, iradesi, tahayyülü ve daha ileri derece ve mertebelerde bilemediğimiz kimbilir yüksek hangi melekeleri gelir. Bu melekeler sayesinde ilahi irade kanunlarının kendilerine bahşetmiş olduğu imkanlardan istifade ederek varlıklar, tabiattaki müessiriyet sahalarını genişletirler. Ve o nisbette de aktif durumlara girerler. Yani o nisbette de tahayyüllerini, cehit ve gayretlerini görgü ve tecrübelerinden almış oldukları hız ve yüksek varlıkların gönderdikleri ilham yardımile geniş ölçüde kullanmak iktidarına ererler. Fakat bu sözlerden de açıkça anlaşılabileceği gibi bu kullanış babında gene daima bir hudut vardır ve bu hudut da varlıkların tekamül derecelerile tahdit edilmiştir. Varlıklar bu hudut dahilinde, öz varlıklarının ihtiyaçlarını, özleyişlerini ve daha ileri hamle almak zaruretlerini temin maksadile her şeyi yapmak, ve müstakbel hayatlarının yollarını çizmek için kudretlerinin erişebileceği saha dahilinde kendilerine yararlı bütün tabiat kanunlarından istedikleri ve diledikleri gibi istifade edebilirler. Ve böylece yükselirler, yükseldikçe de demin söylediğimiz gibi daha yüksek kanunların icaplarını kullanabilmek liyakatini kazanırlar. Ve bu hal, böylece ebediyet içinde uzanıp gider. İşte tekamül dediğimiz, varlıkların bu hali kainat içinde nerede başladığı  ve nerede biteceği bahis mevzuu olmıyan fakat daima güzelleşen daima gerçekleşen, daima ulvileşen bir hikayedir, bir ahenktir, bir nizamdır ve ilahi irade kanunlarının bir tecellisidir, binaenaleyh bir mukadderdir.

Şu halde: << Ben hürüm, tekamülüme elverişli olan ve kudretim içinde bulunan her istediğim şeyi yapabilirim >> demek ne kadar doğru bir söz olursa << ben tabiatta ne nizam, ne kanun, ne ahenk ve icap tanımam, ben bütün bunların haricinde ve üstünde bir iradeye malikim >> demek de o kadar saçma, o kadar manasız ve cahilane bir iddia olur. Her varlığın ancak kendi kudreti dahilinde ve tekamül derecesi nisbetinde bir irade serbestliğini ve hürriyetini kabul ettiğimize göre varlıkların; akılları ermediği, hız ve idraklerinin kavrıyamadığı ve ruh kudretlerinin yetmediği tabiat işlerine burunlarını sokmağa salahiyetli olmadıklarını da takdir etmemiz lazımgelir. Bunu bile bile aksi yolda hareket etmeğe kalkışan bir insanın muvaffak olabilmesi ihtimalinin bahis mevzuu olamıyacağı şöyle dursun hatta eldekilerini bile kendisine kaybettirici birtakım zararlara da duçar olmak tehlikesile karşı karşıya kalabilmesi imkanı daima mevcut olur. Mesela << Ben Ilgaz dağını yerinden oynatarak yürüteceğim >> iddiasile ortaya atılan bir adamı soluk aldırmadan tımarhaneye tıkarlar. Keza yüzmek bilmiyen ve bunu öğrenmeden kendisini kaldırıp açıktan denize atan bir insan elbette boğulur. Bu vaziyet karşısında Allahın adaletsizliğini ileri sürerek tefevvuhatta bulunmak bilgisizce bir iş olur.

Hayat hadiseler ve işlerle doludur. İnsanlar kudretlerinin dışına çıktıkları zaman, daha doğrusu çıkmak istedikleri zaman ve herhangi bir cazibenin tesirine kapılarak boylarından büyük ve akıllarının erdiremedikleri hadiselere burunlarını soktukları zaman ümit etmedikleri ilahi irade kanunlarının birer granit gibi sert huşunetle karşılarına dikilip yol vermiyen icaplarına kafalarını şiddetle vururlar ve bir az daha bu hareketlerinde, herhangi bir ihtirasın itişile, ısrar ederse bu haşin ve aşınmaz granitlere çarpan kafaları incinir ve kanar. Bilakis bütün bu icaplara iyi niyetlerile, diğerkamlık yolundaki azim ve iradelerile kendilerini hazırlamış insanlar bu sahalarda o kanunların büyük yardımlarından kolaylıkla faydalanarak çok büyük işler yapabilirler ve muazzam eserler meydana getirerek ilerleme yolunda süratli hamleler alırlar. Yani hazırlıksız olanları perişan edebilen ayni tabiat kanunları, kendilerini az çok yetiştirmiş olanlara sevinç, neşat ve muvaffakiyetlerle dolu, saadet verici hayatların kapılarını açarlar.

Demek ki ilahi irade kanunlarının daha geniş ve şümullü imkanlarından istifade edebilmek için tutulacak yol, o kanunların hakim oldukları muhitlerin hayat şartlarına ruh kudretlerini tedricen intibak ettirmeğe çalışmaktır, ki biz buna tekamül diyoruz.

Bazan insanlar tabiat kanunlarının neticelerinin istikametlerini de değiştirebilirler. Bu da başka bir hikayedir. Fakat bunun yukarda söylediğimiz başıboş hareketlerle hiçbir münasebeti yoktur. Burada bilakis olgunlaşmış ve nisbeten tabiat kanunlarının çeşitli icaplarından lüzumu derecesinde faydalanmak kaabiliyetini kazanmış varlıklar, kendi tekamül ihtiyaçlarını karşılıyacak şekilde, gene o kanunların icaplarından faydalanarak diğer kanunların icaplarını değiştirebilirler. Mesela elile doğrudan doğruya ateşi tutan bir insanın eli yanar. Bu bir tabiat kanununun icabıdır. Ancak, eğer o adam, ateşin tesirini ortadan kaldırıcı bir madde keşfeder ve onu eline sürdükten sonra ateşi tutarsa bu defa elinin yanmasına mani olur. Kıymetli ruh dostlarımızdan Kadri’nin aşağıdaki tebliği bu bahiste bize çok dikkate şayan bilgiler vermektedir:

KADRİ : Temmuz 5, 1948

<< Tabiat kanunları o kadar kuvvetlidir ki insanlar bunlarla mücadele edecek vaziyette değildir. Yalnız, o kuvvetleri, kendi lehlerinde ve istifadelerine yarıyacak şekilde kullanmak akıllılığını göstermiş olanlar, hayatta çok muvaffak olurlar.

<< Bu kudretleri, gittikleri istikametten geri çevirmek için mücadelede bulunmak boş yere hareket etmek demektir. Bunların gidiş yollarını değiştirmek suretile omlardan büyük istifadeler temin edilir. Mesela kuvvetli akan bir sudan asrınızın tekemmülü nisbetinde istifade etmek kolay ve herkes için yapılması mümkün bir iştir. Fakat bu suyu büsbütün durdurmağa çalışmak doğru değildir.

<< Günlük bütün hadiselerde size müessir olan kuvvetleri kendi tarafınıza çekmeği bilirseniz ondan fayda görürsünüz. Bir günlük hayatınızda sabahtan akşama kadar tabiatta ki kuvvetlerin üzerinize ne şekilde müessir olmakta bulunduğunu bir kere düşününüz. Evvela güneş, açık havadaki cereyanlar, akan sular, içtiğiniz sular, rüzgarların istikametine nazaran kendi mevkiiniz, bulunduğunuz yerde, yattığınız yerlerde, yıldızlara ve aya karşı olan vaziyetiniz üzerinde durur ve bunları kontrol edebilir ve sizin için en istifadeli cepheyi kendinize verebilirsiniz. Bu kudretler muzur değil, çok büyük faydalar vererek üzerinize, kendi kudretlerinden birer parça eklerler. Bunların tersini yaparsanız o kuvvetler sizi yere serer. Bunun için dikkatli olunuz. >>

Tabiat kanunlarından en iyi istifade yolu görgü ve tecrübe ile bulunur. Ve bu da gene insanın tekamülü ile alakalı bir mevzudur. Görgü, tecrübe ve bilgi noksanlığı yüzünden illiyet prensibine vakıf olmıyan ve her hadisede bir tesadüf, bir rasgele mefhumuna inanan insanların tabiat kanunlarından istifade sahaları daralır. Ve onlar hakikaten kendi telakkilerine göre gelişi güzel yaşamağa başlarlar. Dostumuz Kadri bu tebliğinde şunları söylüyor:

KADRİ : Eylül 3, 1947

<< Hiçbir kudret ezeli kanunun dışına çıkamaz. Her şeyde bir tedriç kaidesi vardır. Hayatta, varlıklar her istediklerine birden nail olmak imkan ve fırsatını bulsalardı bütün alemlerin hiçbirisine lüzum kalmazdı. Bunlar ( arzunun dışında vaki olan hadiseler ) geçilmesi zaruri olan sarp, dik ve bazan kayalık, bazan da güneşli yollardır. >>

Ve nihayet bize ilk tebliğleri veren kıymetli üstadımızın aşağıdaki sözleri çok kuvvetli mesnet olmaktadır.              

ÜSTAT : Mayıs, 5 1936

<< İnsan iradesinin tabiat kanunları karşısında mevkii, o kanunlara tevafuk ettikçe tesirini göstermesi, muhalefet ettikçe göstermemesi, şeklindedir.

<< Evvela şunu söyliyeyim ki tabiat kanunları sizin ihata edemiyeceğiniz derecede çok şümullü ve muğlaktır. Binaenaleyh, bir kısım tabiat kanunlarına mualif gibi görünen bir irade diğer birtakım tabiat kanunlarının tesirile kendisini tahakkuk ettirir. Her iki takdirde de, eğer maksadı hayır ise ona göre, şerre matuf ise gene ona göre akibete vasıl olur. >>

Bu sözler çok sarihtir. Ve üzerinde durup düşündükçe insan, hayatında muvaffakiyetle tekamül imkanları ve yolları hakkında daha vazıh düşünce ve fikirlere  sahip olabilir.

Hülasa, insanlar tabiat kanunlarına bilerek veya bilmiyerek karşı durmakla değil, bilakis onlara uyarak hayatta galip ve muzaffer durumlara girebilirler. Ve gene ancak tabiat kanunlarının muhtelif icaplarından istifade ederek daha yüksek kanunların ve bu kanunların icaplarından doğan realitelerin cari olduğu alemlere yükselirler. Tedrici, fakat durmadan ileriye doğru hamle almak azmile yapılan tahayyül ve bu tahayyül peşinde ve tabii büyük bir hüsnü niyetle, yani yalnız diğerkamca düşüncelerle gösterilecek cehit ve gayret, bu işteki muvaffakiyeti, yani ilahi irade kanunlarından mütemadiyen faydalanabilmek liyakatini ve binnetice ruhun tekamülünü hazırlayıcı vasıtaların başında gelen birer ruh kudretidir.

Bedri Ruhselman