MUKADDERAT VE İCABAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 4

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%207.jpgİLLİYET PRENSİBİ  

Size, cevabını katiyetle ve doğrulukla vermekte güçlük çekmiyeceğiniz bir sual soracağım: Su ile dolu bir sürahiyi bir taşa vurup parça parça ettiğiniz zaman içindeki su sürahide durduğu zamanki şeklini ve kalıbını muhafaza eder mi, etmez mi?... Peki ama, bunun cevabını verirken size: ( canım parçalanmış bir sürahinin içindeki su hiç o halde kalır mı, elbette dökülür, gider dedirtecek olan amil nedir?...)Belki hayatınızda siz dolu bir sürahinin parça parça edildiğini ve içindeki suların dağılıp gittiğini görmemişsinizdir bile. Ama burada o kadar görmüşçesine kati ve emniyetli bir dille konuşuyorsunuz ki sizi işitenler, o zamana kadar böyle bir sürahinin kırılıp içinden suların döküldüğünü adeta bir çok defa görmüşsünüz veya tecrübe etmişsiniz de ona göre konuşuyormuşsunuz, sanırlar ve size tekrar şunu sorarlar :

- Peki, bunun böyle olduğunu siz nerede gördünüz veya tecrübe ettiniz de bu hususta bu kadar kati sözler söylüyorsunuz?
Bu sual sizi büsbütün sinirlendirebilir. Ve karşınızdakinin cehline veya budalalığına hükmedersiniz ve ona ne cevap vereceğinizi de şaşırırsınız:
- Yahu, dersiniz. Bunun görülmesi, tecrübesi falan olur mu?...Sürahinin içindeki su, sürahi parçalanınca elbette dökülür. Çünkü su akıcı bir maddedir. Mayidir. Onun şekli ancak içinde bulunduğu kaba göredir. O kaptan dışarı çıkınca arz cazibesinin tesiri altında akar gider. Sen bütün dünyaca bilinen bu hakikati kabul etmek için hala gözünle görmeğe veya tecrübe etmeğe mi yelteniyorsun?

İşte şimdi oldu!...Demekki burada size bu kabli hükmü verdiren amil, bu nevideki hadisatın tabi oldukları tabiat kanunlarının icaplarına az çok vukufunuzdur. Evet, filhakika su akıcıdır. Ve akıcı olan her şey ancak içinde bulunduğu kabın şeklini alır. Ve o kaptan dışarı çıkarılıncada o şekli derhal kaybeder ve arz cazibesinin tesiri altında akar gider.

Şu sizin yapmakta olduğunuz küçük mülahaza illiyet prensibi mevzuunun eşiğine adımımızı atmamıza yol açmış oldu. Netekim bu misaldeki sudan akıcılık vasfını kaldırmadıkça bu hadisenin daima bu tarzda tecelli edeceğine muhakkak nazarı ile bakmakta haklı sayılırız. Çünkü bu bir icaptır. Ve icap, tabiat kaidelerinin değişmez netaici demektir. Şu halde tabiat kaideleri ve onların zaruri neticeleri hakkında bilgimiz ne kadar artarsa icabat mevzuuna ait vukufumuz da o kadar genişler ve şümul kesbeder. Buna mukabil çok bilgisiz bir insanın icabat kadrosu da o kadar daralır ve boşalır. Bununla beraber en iptidai bir insanda bile ne kadar basit şekilde olursa olsun, gene icabata müteallik az çok tebellür etmiş bazı fikirler mevcuttur. Zira insanlık alemine bir defa adımını atmış bir varlığın tecrübesi ne kadar noksan, olursa olsun, hiç olmazsa sürahi kırılınca içindeki suyun dökülmesi << icap edeceğini>> takdir edecek kadar, bu büyük mevzula ilgili olması icap eder. Ve ilahi kanunlar ahkamınca insanlık alemine girmek ancak, diğer bazı hususiyetlerle birlikte bu kadarcık bir kudreti de kazanmış olmağa mütevaffıktır. Diğer taraftan, bu hayatında ve bilhassa bundan evvelki hayatlarında geçirmiş olduğu çeşitli tecrübelerle görgüsü ve duygusu bu dünya şartlarının en yüksek imkanları nisbetinde artmış bulunan başka bir insan için icabat, hayat mevzuunun en mühim ve şümullü bir bahsini teşkil eder. Böyle bir insanın nazarında hiçbir hadise icabat zaruretinin dışında kalamaz. Bununla beraber onun da bu hususa dair bilgisindeki emniyet bir çok ahvalde, tıpkı başkalarının, sürahi kırılmazdan evvel, kırılacak sürahinin içindeki akibetini emniyetle söylemeleri gibi kabli bir hükme dayanır. Zira, muazzam kainat olaylarını bir tarafa bırakalım, hatta şu küçücük ve daracık dünyamızın bile bizlere göre o kadar karışık, sayısız ve birbirine bağlı hadiseleri vardır ki insan ancak tabiat kanunları hakkındaki bilgi ve sezgisini arttırdıkça bunlara tedricen ve çok defa bilvasıta nüfuz edebilir. Ve her hadiseyi ayrı ayri tecrübe etmesine hem lüzum kalmaz, hem de imkan bulunmaz. Ve insan böylece hadiselerin birbirile kucaklaştıklarını ve birbirinin esrarını çözebilmeğe vasıta olduklarını göre göre bütün kainat olaylarının sonsuz bir zincir halinde birbirine bağlı olarak bir şebeke teşkil edip sonsuzluk içinde kaybolduklarına ilmen ve yakinen kanaat getirmeğe başlar.

Mahdut düşünceler sonsuzluk mefhumunu abes bir sözden ibaret sanırlar. Netekim onların böyle sanışı da bir icaptır. Zira, sonsuzluk, yani hudutsuzluk mefhumu, hudut kayıtlarile tesbit edilmiş bir kafanın içine nasıl girebilir?... Onun içindir ki böyleleri sonsuzluk mefhumu karşısında ya korku ile gerilirler, ve eğer kaçamazlarsa selameti, onu inkar etmekte ararlar. Ve tabii aldanırlar. Her hadiseyi gördüklerinden ve duyabildiklerinden ibaret sanan bir insan sonsuzluk mefhumunu kavrıyamaz. Sonsuzluk ve nihayetsizlik içinde yayılıp giden kevni hadisatın tabi bulundukları icabat zaruretlerini bir varlık, ancak o hadisat içinde görgü ve tecrübesile ulaşmış olduğu bir idrak seviyesi nisbetinde anlıyabilir. Ve bu anlayiş de onun bir kaderidir. Böyle yüksek kaderler tekamül eseridir. Zira fehim, idrak ve duygu kabiliyetlerinin hududu tekamül seviyesinin ilerieyişi nisbetinde genişler. Bu da bir icaptır.

İcabat bahsini kısaca şöyle bir formül ile tesbit etmek mümkündür. Her hadise muayyen şartlara göre diğer muayyen hadiselerin husulüne sebep olur. Ve her hadiseyi doğuran muhakkak başka bir hadise mevcuttur. İşte burada, illet dediğimiz hadiselerin doğurucusu ile, netice dediğimiz doğmuş hadiseler, tabiatın en güzel ve hikmetle dolu kanunlarından birisi olan illiyet prensibinin şemasını ifade eder. Bu prensibe göre bir çocuğun elinin yanması karşısında muhakkak şu tarzda düşünmek zorundayız: Bu çocuğun elinin yanması bir hadisedir. O halde bunun, kabli bir takım diğer hadiseler tarafından hazırlanmış olması icap eder. Bu diğer hadiseler neler olabilir?.. Burada birçok ve sayısız imkanlar mevcuttur. Ve bunların içinde bildiklerimiz var, bilmediklerimiz daha çok var. Veyahut asla bilemiyeceklerimiz bunların hepsinden çok var.

Çocuğun yanmadan evvelki hayat şartlarını hiç bilmiyorsak kaba bir görüşle bu yanık hadisesinin hakiki illetlerini tayin edemeyiz. Ama böyle bir illetin muhakkak lazım geldiğini de kabul ederiz. Daha doğrusu bizim bu bilgisizliğimiz, hiç bir vakit bu çocuğun elinin yanmasına sebep olan geçmiş bazı hadiselerin mevcut olmamasını neticelendirmez. Ve biz, bu yanık hadisenin bir illetinin muhakkak mevcut olması lazımgeldiğinden bahsederken ancak, tabiat kaidelerinin bu baptaki icapları hakkında evvelden kazanılmış bizde mevcut olan bir bilgiye dayanırız.

Netekim biraz kendimizi yorup araştırınca, bilgimiz nisbetinde bu çocuğun elinin yanmasına sebep olan bazı amillerin, illetlerin mevcut olduğunu bazı delaili ile bulup ortaya çıkarmakta da güçlük çekmeyiz. Ve mesela anlarız ki evde kimse  yokken bu küçük çocuk öbür odanın, bir ihmal neticesi olarak, açık bırakılan kapısından içeri girerek orada yanmakta olan bir sobaya, sonunun ne olacağını bilmeden elini yapıştırmıştır. İşte burada karşımıza bu yanık hadisesini husule getiren birtakım sebeplerin arka arkaya sıralandığını pekala görürüz. Kainatta hakim olan illiyet prensibi bir şebeke teşkil etmek üzere namütenahi isteklere doğru yayılıp gider. Bu neticenin illet ve netice mefhumları halinde tebarüz eden mütesalip noktaları birbirine nazaran o kadar karışık ve mudil bir vaziyet arzeder ki bunu tam manasile, sadece bir insan kafasının değil, herhangi bir varlığın bile kavrıyabilmesine kolay kolay imkan bulunamaz. İlliyet prensibinin kainatta yayılan bu mudil şebeke halindeki icabatı ortasında herhangi bir hadisenin orada olup bitivereceğine nasıl inanabiliriz?

O halde, bu yanık hadisesinin bir illeti olduğu gibi bir neticeside olmak icap eder. Yani bu çocuğun elinin yanmasından bir takım yeni hadiselerin doğması lazım gelir. Bunlar nelerdir acaba?...İlletler gibi, bu neticelerin de mütenevvi olması icap eder. İşte evvelce yanık hadisesinin illetini araştırırken karşılaştığımız müşkilata burada da rasgeliriz. Ve gene ancak görgü ve tecrübelerimizin yardımına dayanarak bu neticelerden bazılarını keşfedebiliriz veya keşfedemeyiz. Fakat ister keşfedelim, ister etmiyelim, muhakkak ki bilgisizliğimizin bir damgası olan bu neticeleri bulamayişimiz, onların hakikaten mevcut olmamaları lazım geldiğini icap ettirmez. Netekim zaman geçtikçe ve bizler de ciddiyetle araştırmalarımızda devam ettikçe gene kendi görgü ve tecrübemiz nisbetinde, bu neticeleri görmeğe ve keşfetmeğe başlarız. Mesela çocuğun eli tedavi edilirken bir sürü insan, bir sürü iş görecektir. Bu sırada bazı fedakarlıklarda yapılacaktır. Bu yanık hadisesi çocuğun üzerinde bir takım intibalar bırakacak ve bu sayede onun görgü ve tecrübesi artacaktır. Bu tedavi ve ihtimam sırasında bilerek bilmiyerek üzerine vazife almış olan insanlar bu vazifelerini iyi veya kötü tarzda yaptıklarına göre bazı neticeler elde edecekler bu neticelerde onların mukadderatile ilgili bir takım hadiseleri meydana getirecek. Bu sırada çocuğun eli belki iyi tedavi edilemiyecek, bakımsız kalacak, gangren olacak, kesilecek ve onun bütün hayatı boyunca tek kollu kalmanın mahrumiyetleri ve neticeleri hissedilecek ilh. Fakat şunu da unutmıyalım ki bu hadisenin neticesi, bu sayısız kompozisyonlardan birisine takılıp orada duracak değildir. Bu kompozisyonlardan herbiri kendilerini takip edecek olan yeni hadiselerin birer illeti olmağa namzettirler. Ve bu hikaye böylece bizim bilgi hudutlarımızın dışına doğru uzayıp gidecektir.

Kıymetli tebliğatile bizlere çok şey öğretmiş olan üstadımız, yüksek bir varlık bir yerde: << Her muhitin, her zamanın ve her halin bir icabı vardır. >> diyor. Filhakika yaratılmış ve büyük bir nizam üzere kurulmuş kainatta geçen her hadise başından ve sonundan diğer hadiselerle zincirlenmiş bir şebeke halinde bir sonsuzluktan diğer bir sonsuzluğa doğru yayılır. Sayın medyom dostumuz kimyager Bn Nezihe Bayurgil vasıtasile tebliğ veren kıymetli ruh dostlarımızdan Akın’ın bu hususa ait bir tebliğini naklediyorum:  

AKIN : Ağustos 14, 1948 Medyom: Nezihe Bayurgil

<< Söylediğim gibi, bütün kainatın büyük bir devri ve gidişi vardir. Her şey şüphesiz birbirine bağlıdır. Ve bütün hareketler birbirinin hem menşeini, hemde müntehasını teşkil eder. Hem illeti hem de neticesidir. Bu bakımdan her şey, bütün hareketler, kainatın bütün gidişi, her tesadüf edeceğiniz hadise planlanmış ve çizilmiştir.>>

Her iş, her hareket, her düşünce ve istek – ister bilinsin, ister bilinmesin, ister arzu edilsin, ister edilmesin – ergeç kendisine bağlı birtakım neticeleri doğurur. Bazan da bu neticeler, bir insanın bütün hayatını doldurabilecek büyük hadiseleri meydana getirir. Eğer bu iş, bu hareket ve düşünce kötü bir maksat ve niyetle yapılmış ise onun büyük neticeleri de bir insanın hayatını cehenneme çeviren hadiseleri meydana getirir.

AKIN : Ağustos 24, 1948

<< Bütün dünya nizamı kurulmuştur, demiştim. Bu nizamın başlangıcını ve sonunu bilmiyoruz. >>

AKIN : Temmuz 31, 1948

<<Bütün hadiseler birbirine bağlıdır. Bir evvelki, bir ondan sonrakini hazırlar. Ve netice daima yükseğe doğrudur.>>

Şu halde tabiatta gördüğümüz, duyduğumuz, sezdiğimiz veya tahmin edebildiğimiz hiçbir hadise yoktur ki ezelden ebede doğru uzanıp giden bu illiyet prensibi şebekesi dahilinde birbirine bağlı büyük ve karışık zincirlerin bir tek halkası olabilmek durumundan kendisini kurtarmış olsun. Bu fikri biraz daha açıklıyabilmek için bir şema tertip ettik. Bu şemanın esasını bize ruh dostlarımızdan Akın vermiştir. Bu şema bittabi tamamen takribi ve ancak beşeri bir görüşe nazaran tertiplenmiştir. Yoksa kainatın kanunları böyle dar bir görüşle izaha müsait değildir.

Bu şemaya göre, illiyet prensibinin zincirleri, hudutsuz ve kainatı dolduran namütenahi mikaplar teşkil eder. Bu mikapların hudutlarını tayin eden hatların telaki noktaları, kendisine en yakınından başlıyarak, namütenahide bulunan diğer noktalarla derece derece münasebet halinde bulunur. İşte bu küçük mikaplar heyeti umumiyesi ile kainatı dolduran ve hudutları malum olmıyan büyük bir mikabı meydana getirirler. Takdim ettiğimiz şemada, birbiri üzerine mevzu üç kat mevcut ( a-b-c ). Beher katta birisi önde, diğeri arkada olmak üzere iki sıra üzerine dizilmiş mikaplar bulunmaktadır. (d-e). Beher sırada dörder adet mikap vardır. ( F-G-H-İ ) ve ( f-g-h-i ). Bütün bu teşekkülü hudutsuz ve nihayetsiz bir mekan içinde, her tarafından uzatırsak namütenahi sayıda daha doğrusu sayısız mikaplar elde ederiz. Bunu kainatımız farzedelim. Şimdi bu mikapların her birinde 8 tane köşe var. Ve bu köşeler, birbirine mücavir bulunan mikaplarda müşterektir. İşte bu köşelerin her birini, illiyet prensibi zincirinin, daha doğrusu şebekesinin bir halkası olarak kabul ediyoruz. Ve mikapların dılilerini de bu halkaları veya hadiseleri birbirine bağlıyan münasebetler gibi telakki ediyoruz. Bu takdirde kainattaki bir tek hadisenin bütün diğer hadiselerle uzaktan veya yakından olan münasebetleri hakkında – çok kaba bir fikir edinmek mümkün olabilir. İşte böyle hudutsuz bir mikap içinde bulunan namütenahi mikapların, namütenahi köşelerinin birbirile olan münasebetlerinin ne kadar mudil ve akıl almıyacak derecede karışık kombinezonlar ve kompozisyonlar teşkil edeceğini takdir etmek güç bir iş olmaz.Fakat ancak üç buut realitesine göre tertiplenmiş olan bu şema, hakikatte illiyet prensibini tayin eden ilahi kanunların sonsuzluğunun ve sonsuz münasebetlerinden husule gelecek mudilliğin bir zerresini bile ifade edemez. Ne yapalım ki biz bu kadarla iktifa etmeğe mecburuz. Netekim bu kadarını dahi aklımız kavrıyamamaktadır. Bu şema tamamile maddi  ve temsilidir.Şu halde dünyamızda bir çocuğun küçücek parmağının ateşte yanmasından, bir sineğin bir kanadının hareket etmesinden, bir tek yaprağın sallanışından ve gözümüzden tamamile kaçacak kadar bizce ehemmiyetsiz görünen daha sayısız bir sürü hadiselerden tutunuz da aklımızın almadığı muazzam dünyaların sarsıntılarile, yıkıntılarile, yapılmalarile, hareket ve inkilaplarile ilgili bütün hadiselere varıncıya kadar mevcut kevni hadisat, bizim görmediğimiz ince ve kalın bağlarla uzaktan veya yakından birbirina bağlanmıştır. Bu bir nizamdir, bir ahenktir, bir tertiptir. Ve bu nizamın, ahengin ve tertibin dışına hiçbir hadise, hiçbir nesne ve hiçbir varlık çıkamaz. İşte illiyet prensibinin şümulu buradadır. Bu şümulun ehemmiyetini takdir edebilecek duruma girmiş olan bir insan, en küçük ve ehemmiyetsiz bile görünse, kainatta hiçbir şeyin boş, manasız, abes ve münasebetsiz olamıyacağına inanmak kudretine erişmiş bir kişidir. İşte insan, bu hakikate vukuf peyda ettiği ve onun manasını kavrıyabildiği nisbette, ilahi kudret ve azametin, özvarlığındaki titreyişlerinin şuuruna varabilir.
* * *
Kainatın nizamı, ilahi irade kanunlarının icaplarından doğan bir ahengin muhassalasıdır. İnsan ne ekerse muhakkak onu biçer. Ve bu gün ne biçmekte ise onun tohumunu tarlasına, yani kendi mukadderat listesine muhakkak surette vaktile gene kendisi ekmiştir. Ve bu gün almakta olduğu neticeler, vaktile o ekmiş olduğu tohumun ilahi irade kanunlarının ahkamı altında intaş eden mahsullerinden başka bir şey değildir.
İllet ve netice prensibi, esasen kevni bütün hadisatın ruhunda mündemiç tabii bir kanundur. Ve hadisatın vukua geliş icap ve zaruretlerinden bu kanunu ayırmağa imkan yoktur. Yani bu kanunu inkar ettiğimiz anda hadisatın vukuuna da inkar etmek mevkiine düşeriz. Bu hakikati daha iyi izah edebilmek için Milletlerarası Spiritüalizma İttihadını 1951 Stockholm kongresinde matbu olarak takdim etmiş olduğum rapordan, hadisenin izahına dair olan küçük bir parçayı burada naklen arzediyorum: ( 1 )
<< Hadise ne demektir?
<< Hadise, herhangi bir vasatı teşkil eden maddelerden bazılarile alakalanarak onları tahrik eden bir amilin o vasatta, muhtelif şekillerde husule getirdiği tezahürlerdir. Şu halde bir hadisenin husule gelebilmesi için üç unsurun mevcudiyeti şarttır.
<< A- Azçok süptil veya kesif maddi elemanlardan müteşekkil bir vasat,
<< B- Bu elemanlara tesir edebilecek derecede onlarla alakalı hareketler,
<< C- Bu hareketleri husule getirebilecek kabiliyette müessir bir amil.
<< Bu şartların mevcut bulunmadığı yerde bir hadisenin vuku bulacağından bahsetmek ilmi realiteye mugayirdir. Mesela pencereye atılan bir taş camı kırdı. Bu camın kırılışı bir hadisedir. Ve bu hadisenin vukua gelebilmesi için yukarda zikredilen üç şartın bir araya toplanmış olması lazımdır. Yani :

(1) Dr. BEDRİ RUHSELMAN : Study and Exposition of the Mediumship and the Relation and Communication Between the Incarnate and discarnate Beigns, According to the Idea of Neo-Spiritualism.   

<< Eğer burada cam olmasaydı, kırılacak bir nesne bulunmazdı.
<< Hareket eden bir taş olmasaydı cam kırılmazdı.
<< Taşa hareket unsurunu ekliyen, mesela insan kolu gibi müessir bir amil olmasaydı, taş harekete geçip cama çarpmaz ve camı kırmazdı.
<< Hadiseler böylece birbirine illet ve netice halkaları ile bağlanarak bir zincir halinde uzayıp gider. Burada netice halinde görünen camın kırılması hadisesi, bundan tamamile ayrı bir hadisenin illeti olur. Mesela camın yanında bulunan bir insanın yanında bulunan bir insanın gözüne çarpan kırık cam parçaları onu kör edebilir. Keza, bu cam kırılma hadisesinde amil olan insan kolunun hareketi, bir insan iradesinin neticesi olabilir.>>
Kainatta hiçbir hareketin kaybolmadığını ve yeni hadiselerin husulüne sebep olacak şekilde hareketlerin birtakım inkilaplar geçirdiğini ilmi bir realite olarak kabul ettiğimize göre hadisenin yukarıki tarifine nazaran, illet ve netice teselsülünün tabiatta bir hareket zarureti olduğunu kabul etmek lazımgelir.
Kıymetli dostumuz Kadri, sevgili bir dostumuz olan medium R… ile ilk temaslarında şu tebliğleri vermişti:

KADRİ : Nisan 27, 1947
<< Herkes ektiğini biçer. Yapılan iş ne kadar güç olursa onun getireceği iyilik de o kadar büyük olur. >>

KADRİ : Mayıs 5, 1947
<< Herkes kendi ektiğini biçer, demiştim. Siz de şimdi ekiniz. Bunlar tomurcuk açacak. Meyvelerini toplıyacaksınız. Burası yani spatium, o tomurcukların canlandığı yerdir. Sizlerin meyvelerini bende görmekle şeref duyacağım. Her yaptığınız işin izleri birer ok gibi burada aksediyor. >>

KADRİ : Ağustos 26, 1949
<< Dünyada her hareketin kendine mahsus bir hedefi mevcuttur. En ufak bir işin tesirinin; senelerce sonra meydana gelecek bir hadisenin bir noktada başlangıcı, bir inikası olması mümkündür. Fakat ne yapılan o işten insanda kalmış bir hatıra mevcut bulunur, ne de bu yeni hadisenin zuhurunun eski işle bir münasebeti aranabilir.
<< İnsanlar hayatlarında, en küçük hareketlerinin bile hiç bir zaman neticesiz kalamıyacağına kani olurlarsa işlerindeki nizam, onları uzun zaman felaketlere karşı korur. Ve yanlarındaki yüksek varlıkların yardımlarile de bir takım badireleri kolaylıkla atlatabilirler.
<< Her şeyin sebebini aramak, insanların tecessüs hassaların icabından olmakla beraber, bu arayişlerle nadiren hakikati bulmak çok  az kimseye müyesser olmuştur. Her işin muhakkak bu dünyada, yapılan bir hareketle alakasını bulmak imkansızdır. Çok büyük bir planın yalnız bir noktasından başlamak ve yalnız bilinen mahdut kısımlarını mütalaa ederek bir neticeye varmak çok defa insanı büyük müşküller içinde bırakır.
Kadri çok itimat ettiğimiz ve saygı gösterdiğimiz kıymetli bir varlıktır. Onun çok yükseklerden de ilham halinde alıp bize naklettiği kıymetli sözlerin çok derin ve insanları delaletten kurtarıcı manaları ve delaletleri vardır. Bu sözlere nazaran: her hayatın, evvelce gelip geçmiş bir takım fiil ve hareketlerin neticelerile dolu olması icap eder ki hakikatte de hal böyledir. Bu hakikati anlayıp duyabilecek kudrete erişmiş olan her insan, karşılaşacağı iyi veya kötü her hadisenin manasını idrak eder ve bu hadisenin muhakkak evvelce kendisi tarafından yapılmış iyi kötü bir hareketin neticesi olduğunu kabul eder. Bu anlayış onun için sırasına göre hem bir sürur, hem de bir teselli kaynağı olur. Acı bir hadisenin, geçmiş hayatında yapmış olduğu kötü bir hareketin neticesi olduğunu ve şimdi yapacağı iyi hareketlerle de gelecek hayatının saadetini hazılıyabileceğini kuvvetli bir imanla kabul eden insan, hayattaki en acı ümitsiz görünen günlerinde bile lüzumsuz şikayetlerle, talihsizliğinden dem vurmakla vaktini kaybetmektense, bütün iradesini iyilik yolundaki işleri yapmak gayretine hasrederek gelecek hayatının sevinçli günlerini hazırlamağı elbette tercih eder. Ve bu da elbette o insanın hakiki bir kurtuluşu olur. Muhterem dostumuz Kadrinin aşağıdaki sözleri çok kıymetli pasajları ihtiva eder.

KADRİ : Ekim 13, 1949
<< Hakka hürmet etmek, onun karşılığını beklememek, verileni almak, aldığını kabul etmek, kendine layık olanı seçmek insanlık için büyük fazilettir. Herkes dünyada  kendisine verileni kabul etmesini bilseydi, bu günkü dünyanın şekli başka türlü olurdu. Herkes kendi kıymetini daima yüksek takdir etmek, eline geçeni münasip görmemek, çok üstünü istemek, layık olmadığı saltanata erişmek sevdasiledir ki tuttuğu yolun dışına çıkmıştır.
<< Ne ekersen muhakkak onun karşılığını görmen zarurettir. Az çalışana çok verilmesi bazı zaruri sebepler ilcasiledir. Herkes ne kadar çalışırsa onun karşılığını beklemek ve beklediği kadar da almak zorundadır. Gelen senin beklediğin bile olmasa sana en münasip düşen odur. Onu kabul et ki hiç olmazsa daha yükseklere hak kazanmış olasın.

Bu yazılarda mühim hakikatler gizlidir. İnsan bazan hayatında karşılaştığı acı hadiseleri o hayatında yapmakta olduğu iyi işlerle mütenasip görmiyebilir. Ve kendi kendisine şöyle düşünür:    

- Canım falanca kişi bu kadar kötülük yapıyor da gene onun talihi hep açık gidiyor, işleri rasgeliyor. Ben ise iyilik peşinde koştuğum halde mütemadiyen sıkıntı çekiyorum. Bu ne adaletsizliktir.

Halbuki bu, adaletsizlik değil, bilgisiz insanları yola getirici bir kanun icabıdır. Ruh hayatı yalnız beş on senelik bir dünya ömründen ibaret olsaydı o zaman insanın bu düşüncesine hak vermek mümkün olurdu. Ancak, geçmiş dünya hayatlarını ve o hayatlarda yaptığı bir sürü iyi ve kötü işleri unutmuş olmasını bir tarafa bırakalım, hatta bu hayatının bir kaç sene evvelki zamanlarında bile neler yaptığını hatırlamıyan bir insanın bu tarzda konuşması, dediğimiz gibi büyük bir cehaletin mahsulüdür. İşte bilinmiyen, tamamile unutulmuş olan bu geçmiş hayatlara ait bazı mühim sebeplerdir ki bu hayatın acı hadiselerini doğurmuş ve neticelendirmiştir. Kadri dostumuzun yukardaki tebliğinde bu noktaya ait imalar vardır.
Yaratılmış ve kurulmuş olan kainatta her hadise, her noktasından, başka bir takım hadisata bağlıdır. Vural Demirel isminde orta mektep öğretmeni bir medyom dostumuzla 8 ay müddetle yaptığımız tecrübeler de, onun vasıtasile temasta bulunduğumuz – kendisini Hacı Ali diye tanıtan – bir varlıktan bu mavzua dair kıymetli tebliğler aldık. Bunlardan bir tanesini naklediyorum:

HACI ALİ : Ağustos 29, 1949
<< Size şu kadar bildireyim ki kainatınızda, yani gerek içinde bulunduğunuz, gerek hazırlamak istediğiniz alemlerde bir hadiseyi ( neden, ne için? ) diye sormak arzusunda bulunuyorsanız o hadiseyi ilk olarak ele aldığınız zaman onun muhakkak diğer hadiselere bağlı olduğunu bilin ve ona göre neticelere varın. >>

Böyle ayrı ayrı medyomlar vasıtasile ayrı ayrı ruhlardan gelen sözlerin birbirinin tamamile ayni olması üzerinde durmak icap eder. Burada bize gelen bu nurların kaynakları birdir. Vasıtalar ayrılmaktadır. Ve bu kaynak da beşeriyete çeşitli ve ayrı vasıtalarla ilahi nurları, yani hakikatleri tebliğ etmektedir. Bunu böyle kabul edenler ve bu tebliğatı bu kıymet içinde mütalaa eyliyenler çok şey kazanırlar. Biz bu sözleri bilerek ve duyarak konuşuyor ve söylüyoruz.
Ön planda birbirine zıt görünen namütenahi hadise çeşitlerine rağmen bütün kainatın muayyen bir oluş nizam ve ahengi içinde nihayetsiz bir tekamül yolunda ilerleyişi, oradaki sonsuz kanunların icaplarına uygun sıkı fakat kainatşümul bir inzibatın neticesidir. Ve bu zabıt ve raptın müeyyidelerinden biri de illiyet prensibi görülüyor. Papus ismile anılan Doktor Encasusse, konferanslarının birinde şöyle diyordu : ( En ufak bir sinek kanadının hareketi bile bütün kainatı ihtizaz ettirir.) Biz bir bakımdan haklı gördüğümüz bu sözü tadilen şöyle kabul ediyoruz: ( küçük bir sineğin kanadının hareketinden mütevellit en ufak hadiselere varıncıya kadar hiçbir hareket yoktur ki kainatın büyük ahenk ve nizamile alakalı,az veya çok ehemmiyetli bir netice husule getirmiş olmasın.)

Ben şu yazıyı yazarken, elimin muhtelif hareketlerinin, beynimin ve sinir sistemimin mudil ihtizazlarının ve nihayet ortaya çıkan yazının muhitteki tesirlerinin ayrı ayrı ve muayyen istikametlerde tecelli eden birer neticesinin kainat nizamında az veya çok ehemmiyetli bir yer tutmakta olduğuna inanıyorum.
Kainat, bütün mahdut ve dar zaviyeli beşeri görüşe rağmen, hiçbir falso ses vermiyen muazzam ve akılların eremiyeceği kadar sayısız lahınlardan, renklerden, seslerden, ritimlerden ve bunları çıkarmağa vasıta olan aletlerden ve bu aletleri kullanan her kudretteki varlıklardan acemi ve müptedi talebelerden, yüksek icra kabiliyetini haiz büyük sanatkarlardan, virtüozlardan müteşekkil muhteşem bir orkestra heyeti halindedir. Bu orkestradan insan aklının alamıyacağı bir füshat içinde muazzam bir kompozisyon, bir semfoni yükselir. Bu orkestranın ve semfoninin Bestekarı, hiçbir mahlukun idrakine sığması bahis mevzuu olmıyan kudretile buradaki ahengin selametini sağlayıcı her türlü nizamı, her türlü vasıta ile sağlamıştır. Onun içindir ki bu ilahi semfoninin icrasında her sanatkarın bir nizama, bir kanuna tabi olarak, önüne açılmış namütenahi imkanlar içinde kendi vazifesini serbestçe ifa etmesi gene bu semfoninin ahengi icabatındadır. Ve bu icabatın dışına hiçbir hareket çıkamıyacaktır.

BEDRİ RUHSELMAN