ALLAN KARDEC - RUHÇULUĞUN VE RUHSAL TEBLİĞLERİN ÖZELLİKLERİ

http://www.dunyaana.com/images/allan%20kardec%204.jpg 1. Ruhçuluk bir vahiy, bir ilham-ı rabbani sayılabilir mi? Sayılabilirse, o takdirde, mahiyeti hakkında ne söylenebilir? Gerçekliği, doğruluğu neye dayanmaktadır? Bu vahiy, bu ilham kime ve nasıl lütfedilmiştir? Ruhçu doktrin, kelimenin teolojik anlamındaki bir vahiy, bir ilham-ı rabbani midir, yani tamamiyle yukarının lütfu olan okült bir öğretinin ürünü müdür? Mutlak mıdır, yoksa değişmelere elverişli midir? Basma kalıp halinde verilen hakikatler insanı araştırma çabası göstermekten alıkoyduğuna göre, acaba insanın elinden, melekelerini kullanma imkanını da çekip almıyor mu? Eğer Ruhsal Varlıklar yanılmaz özellikli ve insanlardan üstün nitelikli değillerse, o takdirde, öğretilerinin güç ve etkinliği acaba ne ölçüdedir?

Eğer Ruhsal Varlıkların öğütlediği ahlak bilimi dinlerin ortaya koyduğu ahlak biliminden farklı bir şey değilse, bundan ne yarar umulabilir ki? Ruhçuluğun getirdiği yeni hakikatler ( veriteler) nelerdir? İnsan vahye muhtaç mıdır ve de yönünü ve yolunu saptamak için kendisine gerekli olan her şeyi benliğinde ve şuurunda bulamaz mı? Üzerinde durulması gereken sorunlar bunlardır işte.

2. Önce Fransızca « révélation» ( =vahiy, ilham-ı rabbani, ifşaat=açınlama, yunanca: apokalupsis.) sözcüğünün tanımını yapalım.

Bu sözcük, kökü velum (örtü, perde) olan Latince revelare (= örtünün altından çekip çıkarmak) fiilinden gelmektedir; mecaz olarak da keşfetmek, gizli veya bilinmeyen bir şeyi su yüzeyine çıkarmak anlamlarını taşımaktadır. Halk arasında yaygın olan genel anlamıyla ise bilinmez ve tanınmazken bilinir ve tanınır hale getirilmiş olan her şey ile, bilinmeyenlerin tanımlarını yapan her yeni fikir hakkında kullanılmaktadır.

Bu açıdan bakılacak olursa, bize doğanın gizemlerini tanıtan tüm bilimler birer açınlamadır, birer ifşaattır ve şurası pek rahatlıkla söylenebilir ki insanlara vahiy, ifşaat, ilham-ı rabbabi sürekli olarak lütfedilmektedir: Örneğin, astronomi, daha önce bilmediğimiz ve tanımadığımız yıldızlar alemini; jeoloji, yerkürenin oluşumunu; kimya, kaynaşmalar ve benzerlikler yasasını; fizyoloji de organizmanın fonksiyonlarını, vs. açınlamıştır bize; buna göre Copernic, Galilee, Newton ve Laplace birer révélateur’dürler ( = gizli bir gerçeği açıklayıcı, bildirici).

3. Her açınlamanın temeli « hakikate» dayanmak zorundadır. Bir gizemi ifşa etmek demek bir gerçeği gün ışığına çıkarmak demektir; eğer ortaya konan şey düzmece ve uydurma bir şey ise şüphesiz gerçeği yansıtmayacaktır ve bunun sonucu olarak da ifşaat söz konusu olamayacaktır. Gerçeklerin tekzip ettiği ifşaat, ilahi kökenli olduğu öne sürülse bile, açınlama değildir. Tanrı asla yalan söyleyemeyeceğine ve asla yanılmayacağına göre böyle bir açınlama ondan intişar etmiş olamaz; bu türden bir açınlama ancak insan düşüncesinin bir ürünü olarak kabul edilebilir.

4. Öğrencilerinin karşısında bulunan bir öğretmenin rolü de gerçek bir açınlayıcının (=révélateur) rolüyle aynı değil midir? O da öğrencilerine, onların bilmedikleri ve de zaman ve imkanları bakımından kendi kendilerine öğrenmeleri mümkün olmayan şeyleri öğretmektedir; çünkü bilim, her biri kendi gözlemlerini ortaya koymuş ve kendilerinden sonrakilerin istifadelerine sunmuş nice insanın nice asırlar öncesinden itibaren kabara kabara gelen ortak birikimidir. Şu halde öğretim, gerçekten, bilenlerin ve tanıyanların bilmeyenlere ve tanımayanlara sunduğu ve de yoksun kaldıkları takdirde insanların cehalete ve karanlıklara gömüleceği bazı bilimsel veya ahlaki, fiziksel veya metafiziksel veritelerin açınlanmasıdır.

5. Fakat öğretmen ancak daha önce öğrendiğini öğretmektedir; O, ikinci dereceden bir gerçek açıklayıcısıdır; deha sahibi bir insan ise bizzat bulduğunu, bizzat elde ettiğini öğretmektedir: Buna göre o, birinci dereceden birgerçekaçıklayıcısıdır;getirdiği ışık daha sonra yavaş yavaş halka malolmaktadır. Zaman zaman görünen deha sahibi insanların açınlamaları olmasaydı insanlığın hali nice olurdu?

Ama deha sahibi diye nitelendirilen insanlar kimlerdir? Niçin dahidirler? Nereden gelmektedirler? Ne olmaktadırlar? Bunlar, aşkın güç ve yetenekler ile özden gelme bilgilere sahip olarak doğmaktadırlar; bu doğuştan gelme niteliklerini kısa zamanda ve az bir gayretle su yüzüne çıkarabilmektedirler. Bizler gibi doğup bizler gibi yaşadıklarına ve bizler gibi öldüklerine göre şüphesiz dahiler de insanlığın üyeleridirler. Bedenli yaşamları sırasında edinmedikleri bu bilgileri acaba nereden sağlamaktadırlar? Maddecilerin ağzıyla bunlara, rastlantısal olarak, çok daha fazla miktarda ve çok daha üstün nitelikli bir beyinsel madde isabet ettiği mi söylenecektir yani? O takdirde diğerlerine oranla daha iri ve daha leziz olan bir sebzeden farkları kalmayacaktır.

Bazı Spiritüalistlerin dedikleri gibi, Tanrı, dahileri, sıradan insanlara kıyasla daha elverişli bir ruh ile donatmıştır mı denilecektir yoksa? Tanrı’ya taraf tutarlılık gibi bir zaaf atfetme tehlikesini de beraberinde getirmesi nedeniyle bu görüş de mantıksız bir varsayımdır. Bu sorun’un akla uygun çözümü, ruhun ezelden beri mevcudiyeti, ölümsüzlüğü ve bedenli yaşamlarının çokluğu ( reenkarnasyon) kavramında yatmaktadır. Deha sahibi insan, daha uzun süre yaşamış ve bunun sonucu olarak da dağarcığını daha çok doldurmuş ve de daha az gelişmiş olanlarının daha çok ilerilerine geçmiş bir Varlıktır. Bedenlenirken önceki bilgilerini de beraberinde getirmektedir ve tabii, diğer insanlardan çok daha fazla şey bildiği için, tekrar öğrenmeye ihtiyaç duymamaktadır; dahi diye adlandırılışı işte bu olgudan ileri gelmektedir. Ancak, beraberinde getirdiği öncelere ilişkin bu bilgiler bir ayrıcalığın, bir kayırılmışlığın sonucu değildir; fakat geçmişlerde gösterilmiş bir çabanın ürünüdür. Görüldüğü gibi, doğmadan önce de gelişmiş, yetkinleşmiş bir Varlıktır o; bedenlenişinin amacı, ya kendi bilgisinden diğer
insanları da yararlandırmaktır, ya da bilgilerinin üzerine yenilerini katmaktır.

İnsanlar, hiç kuşkusuz, kendi kendilerine ve zekalarının gücüyle evrimleşmektedirler; fakat kişisel gayretleriyle ve tek başlarına, yani daha fazla gelişmiş diğer insanların yardımları olmadan, bu iş çok ağır yürümektedir; öğretmenden mahrum bir öğrencinin gelişmesi kadar olmaktadır bu gelişme. Zaman zaman her ulusun içinden, o ulusa atılım yaptırmak ve canlılık kazandırmak üzere, böyle dahiler fışkırmıştır.

6. Mahlukunun üstüne Tanrı’nın ne kadar titrediği kabul edildiğine göre, insanlığın gelişimini enerjileriyle ve üstün bilgileriyle hızlandırabilecek yetenekteki Ruhsal Varlıkların, belli bir amaca yönelik gelişme hizmet etmek üzere, Tanrı’nın izniyle bedenlendikleri; sultanı namına elçilik yapmayı kabul eden bir kimse misali misyon kabul ettikleri neden kabul edilmesinmiş? Büyük dahilerin işlevi budur işte. İnsanlara, bilmedikleri ve çağlar boyunca da öğrenemeyecekleri veriteleri öğretmek ve de böylece onlara yukarılara daha hızlı tırmanma imkanı veren bir atlama tahtası sunmak için değilse, peki niçin gelmektedirler dünyaya? Geçip gittikten sonra insanlığın üzerinde ışıl ışıl bir iz bırakan ve asırlar arasından parlak yıldızlar gibi beliren bu dahiler misyonerlerdir veya, başka bir deyişle, Mesihlerdir. İster fizik türden olsun, isterse felsefi türden olsun, onların insanlara öğrettikleri yeni şeyler hep birer açınlamadır.

Eğer Tanrı, bilimsel hakikatler için açınlayıcılar görevlendiriyorsa, muhakkak ki, evrimin temel ögelerinden biri olan manevi hakikatler için de görevlendirmektedir. Fikirleriyle asırları doldurmuş filozofların durumları bunun delilidir.

7. Dini inancın içerdiği özel anlama göre açınlama sözcüğü özellikle, insanın kendi kendine bilemeyeceği, duyuları yardımıyla açıklayamayacağı ve de bilgisi Tanrı tarafından veya O’nun elçileri tarafından –vasıtasız kelam yoluyla olsun, ilham yoluyla olsun- verilen spiritüel konular için kullanılmaktadır. Bu durumda vahiy daima peygamber adıyla anılan ayrıcalıklı insanlara, yani tebligatı insanlara iletmekle görevlendirilmiş elçilere, misyonerlere yapılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında vahiy olgusu mutlak bir pasifliği içermektedir; vahiy denetlemesiz, irdelemesiz ve tartışmasız bir biçimde alınmaktadır.

8. Tüm dinler birer elçi tarafından getirilmiştir yeryüzüne; gerçi hepsi de hakikati bilecek durumda değillerdi, ama bu durumları da bir hikmete dayanmaktaydı; zira içinde yaşadıkları zamana ve zemine ve de kendilerine hitap ettikleri ve nispeten üstün de oldukları toplumların ayırıcı niteliklerine uygundular. Doktrinlerinin yanılgılarına rağmen bunlar zihinleri, ruhları coşturmuşlardır. Şu halde, doğrulukları konusunda onlara büyük eleştiriler yöneltmek haksızlık etmek olur, zira bir gün gelecektir ki şeklen birbirlerinden çok farklı bulunan ve fakat gerçekte aynı temel prensibe –Tanrı’ya ve ruhun ölümsüzlüğüne- dayalı olan tüm bu inançlar, akıl önyargılara egemen olduğunda, büyük ve kapsamlı bir bütünlüğün ve birliğin içinde eriyecektir.

Ne yazıktır ki dinler her devirde baskı ve egemenlik kurma aracı olarak kullanılmışlardır; peygamberlik görevinin çekiciliği ikincil tutkuları coşturmuş ve bunun sonucu olarak da, bu kutlu isimden yararlanarak kendi kibirlerini, kendi açgözlülüklerini ve tembelliklerini tatmin etmek üzere insanların inangaçlıklarını işletmiş ve böylece de saf insancıkların zararına olarak kendilerine rahat bir yaşam biçimi hazırlamış olan bir sürü sahte peygamber, Mesih ( ya da mehdi) türemiştir. Dinler bu asalaklardan kendilerini koruyamamışlardır.

9. Tanrı’nın insanlara doğrudan vahyettiği vaki midir? Kesinlikle evet veya hayır diye cevaplama cür’etini gösteremiyeceğimiz bir sorudur bu. Temelde imkansız bir şey değildir, ancak elimizde bunu ispatlayacak bir delil de mevcut değildir. Hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak bir husus varsa, o da, arılık ve gelişmişlik dereceleri itibariyle Tanrı’ya en çok yaklaşmış durumda bulunan Varlıkların böyle bir vahyi düşünce yoluyla alıp iletebildikleridir. Bedenli gerçek açıklayıcıları ise öğretilerini, ait bulundukları hiyerarşi kademesiyle ve de kişisel bilgelik dereceleriyle orantılı bir biçimde olmak üzere, kendi öz bilgilerinden veya daha gelişmiş Ruhsal varlıklardan ve hatta Tanrı’nın doğrudan elçilerinden ( vahiy meleklerinden) sağlamaktadırlar. Tanrı namına konuşmuş bu insanların bazen Tanrı’nın kendisi olarak kabul edildikleri bile görülmüştür.

Spirit fenomenleri ve bedenliler ile bedensizler arasındaki ilişkilerin oluşum biçimlerini bilen ve tanıyan bir kimse için bu türden irtibatların hiçbir şaşılacak yanı yoktur. Öğretiler çeşitli vasıtalarla iletilebilmektedir: Salt ilham yoluyla, kelamın işitilmesi yoluyla veya –uyku durumunda olsun, uyanıklık durumunda olsun- eğitici Ruhsal Varlıkların rüyetler ve tezahürler halinde görülmesi yoluyla; nitekim buna ilişkin bir sürü örneğe Tevrat’ta da, İncil’de de, tüm ulusların Kutsal Kitaplarında da rastlanmaktadır. Demek ki, gerçek açıklayıcılarından çoğunun duruişiti, durugörü veya sezgi medyomu olduklarını söylemek kesinlikle doğru bir şey olacaktır; ama bu ifadeden, tüm medyomların gerçek açıklayıcıları veya Tanrı’nın doğrudan aracıları veyahut da elçileri oldukları sonucu çıkarılmamalıdır.

10. İnsanlara iletmek üzere Tanrı’nın kelamını ancak arı Varlıklar alabilmektedirler; fakat bilindiği gibi, varlıkların hepsi de mükemmel olmaktan uzaktırlar ve aralarında kendilerine arı Varlık süsü verenler de mevcuttur; St. Jean’a şu sözleri söyleten de bu durumdur işte: « Her Ruha inanmayın, fakat Tanrıdan mıdır diye, ruhları imtihan edin.» ( 1 nci Mektup, bölüm IV, ayet 1).

Demek ki, ciddi ve gerçek vahiy-tebligat olduğu gibi, düzmece ve yalan, sözde vahiy-tebligat da vardır. İlahi tebligatın temel niteliği ezeli-ebedi hakikat olma niteliğidir. Kusur ve yanılgı içeren veya değişmeye elverişli olan bir tebliğ Tanrı’dan intişar etmiş olamaz. Buna göre Dekalog yasası ( On Emir) esasa ait tüm nitelikleri taşımaktadır; ama özü bakımından geçici ihtiyaca cevap verir nitelikli olan ve çoğu yeri, Sina Yasası ile çelişki halinde bulunan diğer mozayik ( Musa’ya değin) yasalar ise İbrani yasa koruyucusunun kişisel ve siyasal eseridir. Halkın töreleri o eski sertliğini ve pürüzlerini yitirince bu yasalar da kendiliğinden yürürlükten kalkmıştır, ama Dekalog, İnsanlığın kılavuzu olarak dipdiri ayakta kalmıştır. İsa, eserini, işte bu temelin üzerine inşa etmiş, diğer yasaları ise yürürlükten kaldırmıştır. Eğer bu yasalar Tanrı yasası olsalardı, şüphesiz İsa bunlara el sürmekten sakınırdı. İsa ve Musa dünyanın çehresini değiştirmiş iki gerçek açınlayıcısıdır ve ilahi misyonlarının delili de budur işte. Tamamen insan yapısı bir eserin böylesine bir güce sahip olması beklenemezdi elbet. ( *)

11. Çağımızda önemli bir vahiy-tebligat olayı gerçekleşmektedir: Bu, ruhsal alemin Varlıklarıyla irtibata geçmenin mümkün olduğunu gösteren bir ifşaattır. Şüphesiz bu bilgi hiç de yeni değildir; bugüne kadar ölü belge halinde bir kenarda kalmış, yani insanlığa hizmetten uzak tutulmuş bir bilgidir bu. Her iki alem arasındaki bu ilişkileri yöneten yasaların bilinmeyişi yüzünden bu bilgi, boşinanç damgası vurularak sindirilmişti: insan, bu inançtan yararlı bir sonuç elde etmekten acizdi; onu, sonradan eklenmiş gülünç süslerinden kurtarmak, gücünü ve değerini anlamak ve gelecekte yolumuzu aydınlatacak olan ışığı ondan sağlamak çağımıza nasip olmuştur.

12. Farkında olmadan, ortalık yerinde ve de sakinleriyle çevrili bir durumda yaşadığımız görünmez alemi; rayı yönlendiren yasaları; görünen alemle olan ilişkilerini; orada meskun bulunan Varlıkların durumunu; ve böylece de insanın ölümden sonraki kaderini bize tanıtan ve öğreten Ruhçuluk, kelimenin bilimsel anlamıyla, tam bir gerçek açınlamadır.

———————
( *) İslam Peygamberi Hz. Muhammed, Hz. İsa ve Musa’nın indirdikleri yasaları ikmal etmiş, kamil insanın oluşmasını sağlayan kural ve bilgileri almıştır. ( R.M. Notu)

13. Doğası gereği olarak Ruhsal vahiy-tebligat çift özelliklidir: Aynı anda hem ilahi vahyi, hem de bilimsel bilgiyi andırmaktadır. Bir insanın önceden oluşturulmuş bir tasarısının ve girişiminin sonucu değil de göksel kökenli oluşu; doktrine ait temel noktaların, insanları, bilmedikleri ve de kendi kendilerine öğrenemeyecekleri, ancak bugünkü olgunlaşmış durumlarıyla pekala anlayabilecekleri konularda aydınlatsınlar diye Tanrı tarafından görevlendirilmiş bulunan Varlıklarca verilmekte olan öğretinin ürünü oluşu bakımından ilahi vahiy türünün tanımına uymaktadır. Bu öğretinin, herhangi bir kimseye imtiyaz olarak değil, fakat herkese ve hep aynı yolla sunulmuş oluşu; bu öğretiyi nakledenlerin ve alanların hiç de öyle gözlemleme ve araştırma yapma imkanından yoksun bırakılmış pasif varlıklar olmayışları; sağduyularından, yargılama yetilerinden ve cüz’i iradelerinden hiç de özveride bulunmak zorunda bırakılmayışları; denetleme yasağı koymak şöyle dursun, aksine insanın buna teşvik edilişi; nihayet öğretinin, tüm ayrıntılarıyla verilmeyişi ve kimsenin ona körü körüne inanmaya zorlanmayışı; Varlıkların gözler önüne serdikleri olayların gözleminden ve sundukları bilgilerden, yani insanın incelediği, eleştirdiği, birbiriyle karşılaştırdığı ve de sonuçlarını bizzat bulup uygulamalarını bizzat gerçekleştirdiği bilgilerden, yine insan çabasıyla çıkarılmış oluşu bakımından ise ikinci açınlama türünün kapsamına girmektedir. Kısacası, Ruhçu tebligatı karakterize eden husus, kaynağının ilahi oluşu ile inisiyatifin Varlıklara ait bulunuşu, fakat öğretinin insanlarca özümsenebilir hale yine insanlar tarafından getirilişidir.

14. Bilgiyi özümlenebilir hale getirme aracı olan Ruhçuluk, bilimsel çalışmalarında tıpkı pozitif bilimler gibi hareket etmektedir, yani deneysel metodu kullanmaktadır. Bilinen ve tanınan yasalar yardımıyla açıklanamayan yepyeni olaylar da zuhur etmektedir; o takdirde Ruhçuluk söz konusu olayı gözlemlemekte, mukayese ve analiz etmekte ve de sonuçlardan nedenlere doğru gerilere giderek o olayı yönlendiren yasaya ulaşmakta; sonra da olaydan sonuçlar çıkarıp onları yararlı ve hayırlı işlere uygulama yollarını araştırmaktadır. Hiçbir zaman önyargıya dayalı kuramlar oluşturmamaktadır; nitekim Varlıkların mevcudiyet ve müdahalelerini de, perispri’yi de, reenkarnasyonu da, öğretinin diğer ilkelerini de önceden tasarlanmış bir varsayım olarak ortaya atmamıştır; Varlıkların mevcut oldukları sonucuna, bu mevcudiyet, olayların gözlemlenmesiyle apaçık ortaya çıkınca varmıştır; diğer ilkeleri için de aynı yolu izlemiştir. Olaylar, kuramı teyid etmek üzere sonradan cereyan etmiş değildir, aksine kuram, olayları açıklamak ve özetlemek üzere olayların sonrasında vücut bulmuştur. Ruhçuluğun, hayal ürünü olmayıp gözleme dayalı bir bilim olduğunu söylemek kesinlikle doğru bir yargıdır. Bilimler, ancak, çalışmalarını deneysel metoda dayandırmaya başladıktan itibaren ciddi gelişmeler kaydetmişlerdir; fakat bugüne kadar bu metodun sadece maddeye uygulanabileceği sanılmıştır, oysa metafizik konular için de geçerlidir bu metot.

15. Bir örnek verelim. Varlıklar aleminde, kesinlikle kimsenin şüphe duyamayacağı kadar gerçek ve de çok tuhaf bir olay cereyan etmektedir: Bazı Varlıklar öldüklerinin farkında olmayabilirler. Bu durumda, söz konusu tuhaf olayı çok iyi bilen üstün Varlıklar kalkıp da peşinen « Hala daha dünya hayatı sürdüğünü sanan, o eski zevklerini, alışkanlıklarını ve eğilimlerini hala daha muhafaza eden Varlıklar da vardır burada» dememektedirler, ama onun yerine, sırf bize gözlemletmek için, bu kategoriye dahil bulunan Varlıkları harekete geçirmektedirler. Durumlarının farkında olmayan, hala daha dünyasal günlük işleriyle haşır-neşir olduklarını sanan Varlıkların mevcut oldukları sonucuna böyle varılmıştır. İşte, yani sonuca, olaylardan hareket edilerek varılmıştır. Benzer olayların çokluğu da bu durumun bir istisna olmadığını ispatlamıştır, ancak bu, ruhsal hayatın evrelerinden sadece biridir; ama, bu tuhaf yanılma olgusunun tüm çeşitliliğini ve nedenlerini incelememizi; bu durumun, moral açıdan pek az gelişmiş Varlıkların özelliği olduğunu ve bazı ölüm türlerine mahsus bulunduğunu ve de geçici nitelikli olduğunu, ama bazen günlerce, aylarca ve hatta yıllarca sürdüğünü öğrenmemizi ve anlamamızı mümkün kılmıştır. Gözlemler kurama işte böyle hayat vermiştir. Öğretinin diğer ilkeleri için de aynı süreç izlenmiştir.

16. Gerçek anlamıyla nasıl ki bilim maddi prensibe ilişkin yasaların etüdünü amaç edinmekteyse, buna paralel anlamda, Ruhçuluk da spiritüel prensibe ilişkin yasaların etüdünü amaç edinmektedir; spiritüel prensip, doğa güçlerinden biri olduğuna ve maddi prensip üzerinde devamlı surette etkinlik gösterdiğine ve de her ikisi arasında karşılıklı ilişkiler bulunduğuna göre, biri hakkındaki bilginin, diğerine ilişkin bilgi olmadan bir tamlık arzedemeyeceği apaçık bir gerçektir.  Ruhçuluk ve bilim birbirlerini tamamlamaktadırlar: Ruhçuluğun desteği olmadan bilim, bazı fenomenleri sadece madde yasalarına dayanarak açıklamakta acze düşmektedir; bilimi dışladığında, Ruhçuluk ise destekten ve kontrolden uzak kalmaktadır. Maddeye ait yasaların etüdü, ruhsallığın etüdünden önce gelmek zorundadır, çünkü duyularımıza ilk önce onlar çarpmaktadır. Vaktinden önce gelmiş her şey gibi, bilimsel buluşlardan önce gelmiş bir Ruhçuluk da gelişim gösteremezdi.

17. Tüm bilimler birbirlerine bağlıdırlar ve birbirlerini akıcı bir sıraya göre izlemektedirler; öncelere ait fikirlerde ve bilgilerde bir dayanak noktası bulduklarında yeni yeni bilim dallarına hayat vermektedirler. İlk önce geliştirilmişlerinden biri olan astronomi, doğal etkenlere ilişkin güçler yasası fizik tarafından açıklanıncaya kadar çocukluk yanılgıları içinde bocalar durumda kalmıştır; fiziksiz kaldığında elinden hiçbir şey gelmeyen kimya da fiziği izlemek zorunda kalmış ve ardında da, birbirlerine yaslanarak ve de elele vererek, her ikisi birlikte yürür olmuşlardır. Anatomi, fizyoloji, zooloji, botanik ve mineraloji ise ancak, fizik ve kimyanın getirdiği ışığın yardımıyla ciddi bilimler haline gelmişlerdir. Daha dün doğmuş olan jeoloji de astronomi, fizik, kimya ve diğer olmasaydı gerçek hayati ögelerinden yoksun kalır ve doğmak için daha pek çok beklerdi.

18. Modern bilim, Eskilerin şu dört temel unsurunu çürütüp yürürlükten kaldırmış ve gözlemden gözleme sıçraya sıçraya sonunda maddenin tüm transformasyonlarına kaynaklık eden tek bir unsur kavramına ulaşmıştır; ancak, madde tek başına hareketsizdir; ne hayatı vardır, ne düşüncesi, ne de duygusu; manevi prensiple birleşmek zorundadır. Ruhçuluk işte bu prensibi ne keşfetmiştir, ne de icad etmiştir, yaptığı sadece bunu, kesin delillere dayandırarak ilk kez gözler önüne sermek olmuştur; onu incelemiş, analiz etmiş ve ona hareket kazandırmıştır. Maddi unsura manevi unsuru ilave etmiştir. Maddi unsur ve manevi unsur: Doğanın iki prensibi, iki canlı gücü bundadır işte. Bu iki unsurun ayrılmaz bütünlüğü sayesinde, o güne kadar açıklanamaz diye nitelendirilen bir sürü olay açıklanabilir hale gelmiştir.

Evrenin iki ana unsurundan birinin etüdünü amaç edinmiş olan Ruhçuluk, bilimlerin çoğuyla da sıkı ilişki içinde bulunmaktadır; zira Ruhçuluğun gelişi, ancak onların zemin hazırlamalarına bağlıydı, nitekim o da, eşyanın zorlamasıyla ve de her şeyin sadece maddeye ait yasalarla açıklanmaya çalışıldığı, fakat başarılı olunamadığı bir ortamda dünyaya gelmiştir.

19. Ruhçuluk maji, gizlibilim ve gözbağcılığın akrabası olmakla itham edilmektedir; ancak, astronominin, pek o kadar yabancısı olmadığımız adli astroloji’nin kardeşi; kimyanın da, bugün sağduyu sahibi bir insanın meşgul olmaya kalkışmayacağı simya’nın ( alşimi) çocuğu olduğu unutulmaktadır. Fakat bütün bunlara rağmen, astroloji’de de, simya’da da, günümüz bilimlerine hayat vermiş olan hakikat filizlerinin mevcut olduğunu yine de kimse inkar etmemektedir. Gülünç formüllerine rağmen simya, basit cisimleri tanıtmayı ve kaynaşma yeteneğine ilişkin yasayı ortaya çıkarmayı başarmıştır; astroloji, sırtını, incelediği yıldızların durum ve hareketlerine dayandırmaktaydı, ancak evren mekanizmasını işleten gerçek yasaların bilinmeyişi yüzünden yıldızlar halkın gözünde, boşinancın dürtüsüyle kendilerine moral etkililik ve açınlayıcılık isnat edilen gizemli varlıklar olarak şekillenmekteydi. Galilee, Newton ve Kepler bu yasaları gün ışığına çıkarınca ve de teleskop, örtüleri bir bir yırtıp da uzayın derinliklerine doğru bakışlarını yöneltince –bu araştırmaları o zamanlar bazı kimseler gereksiz bulmuşlar- gezegenlerin, bizimkine benzer basit dünyalar oldukları gerçeği ortaya çıkmış ve doğaüstücülük zihniyeti yıkılıvermiştir.

Maji, gizlibilim ve gözbağcılığa karşı Ruhçuluğun durumu da aynıdır; nasıl astroloji yıldızların hareketine dayanıyor idiyse maji ve gizlibilim de bedensiz Varlıkların tezahürüne dayanmaktaydı; ancak, ruhsal alemi yönlendiren yasalardan haberleri olmadığı için ilişkilere gülünç ibadetler ve inançlar da karıştırmaktaydılar; fakat, deney ve gözlemin ürünü olan Modern Ruhçuluk bu saçmalıkları silip atmıştır. Ruhçuluk ile maji ve gizlibilim arasındaki mesafe, hiç şüphesiz, astronomi ile astroloji ve kimya ile simya arasındaki mesafelerden çok daha büyüktür; bunları birbirlerine karıştırmak, ancak, bu konuda bir tek kelime bile bilmeyen kimselerin harcıdır.

20. Ruhsal alemdeki Varlıklar ile irtibata geçme imkanı, tek başına, sayılmayacak kadar çok sayıda ve son derece büyük önemde sonuçlar sunmaktadır insana; bu sayede, istisnasız tüm insanları bekliyor olma özelliğinden de öte bir anlam ve değer taşıyan bir alem serilmektedir gözlerinizin önüne. İnsanlar arasında yaygınlaşırken bu inanç, törenlerde, karakterde ve de toplumsal ilişkiler üzerinde çok büyük bir etkisi görülen âdet ve inançlarda köklü değişmeler oluşturmaktan da geri kalmamaktadır. Bu inanç, fikirlerde gerçekleşen bir devrimdir, ama sadece bir halkın, bir sınıfın sınırlı çerçevesi içinde kalmayıp gönülden gönüle iletile iletile tüm toplumsal sınıflara, tüm uluslara ve tüm inanç türlerine kadar ulaşmaktadır.

İşte bu nedenledir ki, Ruhçuluk, haklı olarak, büyük vahiy-tebligatın üçüncüsü olarak kabul edilmektedir. Şimdi de bu tebligatlar arasında ne gibi farklar bulunduğunu ve bunları birbirlerine bağlayan bağların neler olduğunu görelim.

21. MUSA, peygamber olarak, insanlara, her şeyin en yüce Sahibi ve Yaratıcısı olan bir ve tek Tanrı’nın bilgisini sunmuştur; Sina Yasasını ( On Emir) ortaya koymuş ve gerçek inancın temellerini atmıştır; insan olarak ise, bu temel inancı daha sonra kendini arılaştıracak tüm yerküre üzerine yayacak olan halka kural koyuculuk etmiştir.

22. İSA’ya gelince, o ise, eski yasanın geçici ihtiyaçlara cevap veren ve de salt inzibati amaçlı ve insan düşüncesi ürünü olan yanını bir kenara atıp sadece ezeli-ebedi ve ilahi olan yanını alarak ona, Musa’nın hiç konu etmediği bir vahyi, yani gelecekteki hayata ilişkin açıklamayı, başka bir deyişle, ölümden sonra insanı bekleyen zahmet ve ödüle ilişkin açınlamayı ilave etmiştir.

23. İsa’nın sözlerindeki en önemli nokta Tanrısallık konusundaki yeni görüş açısıdır. Onun doktrinindeki Tanrı, Musa’nın o, yeryüzünü kan ile sulayan; kadın, çocuk, ihtiyar demeden halkları kılıçtan geçirmeyi ve kökünden kazımayı emreden; kurbanların canlarını bağışlayanları cezalandıran; liderlerin hatası yüzünden bütün bir halkı cezaya uğratan; suçlu yerine suçsuzdan öç alan; babalarının hatası yüzünden evlatları cezaya çarptıran adaletsiz Tanrısı değildir artık; fakat, pişmanlık duymuş günahkarı bağışlayan ve herkese hak ettiğini teslim eden, bağışlayıcı, son derece adil ve iyi ve de hoşgörülü ve merhametli bir Tanrı’dır; İsa’nın öğretisindeki Tanrı, ayrıcalıklı tek bir halkın Tanrısı, ya da kozunu diğer halkların Tanrısına karşı savunmak üzere savaşlar düzenleyen orduların Tanrısı değil, fakat himayesini tüm evlatlarının üzerine yayan ve onları kendisine çağıran bir Baba’dır, insan türünün ortak Babası’dır; İsa’nın Tanrısı, insanları, dünya mülkünü vasıta ederek ödüllendiren veya cezalandıran; mutluluk ve sevinci, rakip halkların köleleştirilmesi ve evlat sayısının arttırılması şeklinde tanımlayan bir Tanrı değil, fakat insanlara şöyle hitabeden bir Tanrı’dır: « Asıl vatanınız bu dünya değil, Cennet’tir; orada alçakgönüllüler yüceltilecek, kendini beğenmişler ise alçaltılacaktır». İsa’nın öğretisindeki Tanrı, intikamı bir erdem haline getiren ve göze göz, dişe diş misillemesini emreden bir Tanrı değil, fakat, « Hoş görülmek istiyorsanız, size yapılan hareketleri hoş görünüz; kötülüğe iyilikle karşılık veriniz, size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkalarına yapmayınız» diyen merhametli bir Tanrı’dır. Kendisine sunulmasını istediği ibadet biçimini kullarına en çetin şartlarla empoze eden ve kalıplaşmış bir sözüne uyulmadığı zaman gücenen ve de küçük işlerle uğraşan ve kılı kırk yaran bir Tanrı değil, fakat düşünceye önem veren ve şekilcilikten hoşlanmayan bir Tanrı’dır. Ve nihayet, kendisinden korkulmasını isteyen bir Tanrı değil, fakat sevilmek isteyen bir Tanrı’dır. ( *)

24. Tanrı, tüm dini inançların ekseni ve tüm öğretilerin amacı olduğu için her dinin karakteri de, o dinin Tanrı hakkındaki görüşüne uygun olmaktadır. Tanrı’yı, kin güdücü ve acımasız bir Tanrı haline getiren dinler, Onu, kan dökücülük, yakıcılık ve işkencecilik isnat etmek suretiyle, ululadıklarını sanmaktadırlar; Onu yan tutucu ve kıskanç olarak tanıtan dinler ise hoşgörüsüzdürler; dinler, onu, beşer, zaafları ve basitlikleri az veya çok içerir nitelikte tasavvur edişlerine göre az veya çok kılı kırk yarar görünüm arz etmektedirler.

———————
( *) Bilgi ve Ahlak Öğretisi İslamda en önemli nokta: « Allah’dan başka ilah yoktur» ifadesidir. Allah’ın Mutlak Bir’liği inancını kesinlikle ortaya koyarken O’nun Mutlak Yaradan olduğunu, O’ndan başka tapılacak İlah olmadığını, her şeyi yaratıp düzene koyduğunu, Varlıklar aleminin hepsinin O’ndan olduğunu da ifade eder. İlk ve Son O’dur. Her şey O’ndan istenir. Her şeye kadir olan yalnız O’dur. Doğurmadı, doğurulmadı, evlat edinmedi; böyle nisbi şeylerden tamamiyle uzaktır, münezzehtir. Hiçbir yönden ne Zatında, ne sıfatlarında, ne işinde hiçbir suretle benzeri, eşi, ortağı, dengi ve rakibi yoktur. Merhamet O’ndandır.

25. İsa öğretisinin tümü, Tanrısallığa atfettiği özelliğe dayalı bulunmaktadır. Taraf tutmayan, kimseye ayrıcalık tanımayan, son derece adil, iyi ve bağışlayıcı bir Tanrı kavramı vasıtasıyla Tanrı aşkını ve insanlara karşı iyiliksever duygusunu selametin kesin şartı haline getirmeyi ve insanlara şöyle seslenmeyi başarmıştır: Tanrı’yı her şeyin üstünde tutarak seviniz, diğer insanları ise kendinizi sevdiğiniz gibi seviniz; tüm yasa da, peygamberler de hep bu hükme bağlıdırlar, yoksa başka bir hükme değil. İsa, insanların Tanrı nazarındaki eşitliğine ve evrensel kardeşliğe ilişkin ilkeyi salt bu inancın üzerine bina edebilmiştir. Fakat Musa’nın Tanrısını sevmek mümkün müydü? Hayır, Ondan ancak korkulabilirdi.

Ruhun ölümsüzlüğü ve gelecekteki yaşamı konusundaki açıklamaya ekli bulunan ve de Tanrısallığa ilişkin gerçek nitelikleri içeren bu açınlama, insanlar arasındaki karşılıklı ilişkilerde köklü değişimlere yol açmakta, onlara yeni yükümlülükler getirmekte ve sürdürdükleri hayata başka bir gözle bakmalarına neden olmaktaydı; bu sayede de gelenekleri ve toplumsal ilişkileri etkilemekteydi. Sonuçları yönünden, İsa’nın sözlerindeki en önemli nokta hiç şüphesiz budur, ancak önemi yeterince anlaşılamamıştır; esefle belirtmek gerekir ki onun öğretisine ilişkin yorumlarda en çok dışlanmış ve de en çok tanımazlıktan gelinmiş nokta da budur.

26. Oysa İsa, sözlerine şunları da eklemişti: « Size söylediğim şeylerin çoğunu henüz anlayamazsınız, ayrıca daha birçok söyleyeceklerim vardı size, ama onları da anlayamayacaksınız; işte bunun için size üstü kapalı bir biçimde hitap ediyorum; fakat, her şeyi ihya edip ayrıca size de açıklayacak olan Tesellici, yani Hakikat Ruhunu ( Esprit de Verite) daha sonra göndereceğim size» ( Yuhanna İncil’i, XIV, XVI; Matta İncil’i XVII).

Eğer İsa, pekala söyleyebileceği her şeyi söylememişse, bu, bazı hakikatlerin, insandaki anlama ve kavrama yetisi elverişli düzeye ulaşıncaya kadar, gizli kalmasını uygun görmüş olmasındandır. İfadesine bakılacak olursa, öğretisi tamamlanmamıştır, zira ileride gelecek bir « tamamlayıcıdan» söz etmektedir; demek ki sözleri üzerinde yanılgıya düşüleceğini ve öğretisinin saptırılacağını, kısacası, eserinin bozulacağını önceden bilmekteydi, nitekim, dediği gibi, her şey ihya edilmeye muhtaç bir duruma gelmiştir: Şüphesiz, bozulmuş olan her şey ihya edilir.( *)

27. Yeni Tesellici Hakikat Ruhunu neden çağırmaktadır acaba? Birkaç anlama çekilebilir nitelikli bu manidar isim, tam bir açınlamadır. Görüldüğü gibi, insanların teselliye ihtiyaç duyacaklarını bilmekteydi İsa; bu da, kendileri için daha sonraları oluşturacakları inanç türlerinde bulacakları tesellileri yetersiz göreceklerinin bir ifadesiydi. Belki de İsa, hiçbir zaman, pek az kimsenin dikkatle üzerine eğildiği şu son sözlerini söylerkenki kadar açık ve seçik bir biçimde konuşmamıştır; evet, bu sözler pek az insanın dikkatini çekmiştir; belki de bu, bu sözlerin gün ışığına çıkarılmak ve peygamberane anlamının derinleştirilmek istenmemesinden ileri gelmiştir.

28. Eğer İsa, öğretisini tam anlamıyla işleyip geliştirmemişse, bu, insanlarda mevcut bulunan ve yeri ancak zamanla doldurulabilecek olan bilgi noksanlığından ileri gelmiştir; bu noksanlıkla şüphesiz öğretisi anlaşılamazdı; o zamanlara özgü bilginin durumunda saçmalık görünümlü unsurlar mevcuttur. Şu halde onun öğretisini tamamlama olgusunu, bu öğretiye yeni hakikatler ilave etmekten ziyade, açıklamak ve geliştirmek anlamında ele almak gerekir; zira onun öğretisinde her şey filizler halinde mevcuttur; sadece onun sözlerini açacak anahtar eksikti.

———————
( *) Tesellici: Hz. İsa, İslam peygamberi Hz. Muhammed’i Ruhsal Tebligatı ve Bilgi Kitabını topluca ifade etmek için bu deyimi kullanmış olabilir.

29. Ama Kutsal Kitapları yorumlamada sakınca görmeme cür’etini kim gösterecektir? Kimin hakkı vardır buna? Bu iş için gerekli olan bilgilere, ilahiyatçılardan başka, kim sahip olabilirdi ki?

Pekiyi, kim cür’et edecekti buna? En başta, doğa yasalarını gün ışığına çıkarmak için kimseden izin istemeyen ve de yanılgı ve önyargıların üzerine yürüyen bilim. –Kimin hakkı vardı buna? Entelektüel özgürlüğün ve vicdan hürriyetinin egemen olduğu bu asırda inceleme ve araştırma hakkı herkese aittir ve Kutsal Kitaplar artık, çarpılma tehlikesi göze alınmadan el sürülemeyecek gizemli metinler değildir. Gerekli özel bilgilere, yani ilahiyatçıların bilgilerine gelince, bunların ortaçağa ait olanları ve özellikle Kilise Pirlerininkiler her ne kadar aydınlık idiyseler de, dünyanın hareketine ve küresel şekline inanmayı sapkınlık ve günah addedemeyecek düzeyde değildiler; bırakalım uzak geçmişi, bugünküler bile dünyanın oluşum evrelerine ilişkin görüşü aforoz etmediler mi ki?

İnsanlar, Kutsal Kitapları, doğa yasaları konusunda bildikleri yalan-yanlış ve yarım-yamalak kavramlar yardımıyla bir nebzecik açıklayabilmişlerdir; bu yasalar daha sonra bilim tarafından açıklanmıştır: İyi niyetlerine rağmen, ilahiyatçıların, İncil’de zikredilen bazı sözler ile bazı olaylar üzerinde yanılgıya düşmelerinin nedeni budur işte. Önyargıya dayalı bir düşünceyi onaylayacak bir şeyler bulmak arzusuyla bu insanlar, bakış açılarını değiştirmeden, daima aynı çemberin içinde dönüp durmaktaydılar, öyle ki metinlerde daima görmek istediklerini görür hale gelmişlerdi. Çok bilgili ilahiyatçı olmalarına rağmen, bilmedikleri ve tanımadıkları yasalara bağlı bulunan nedenleri bir türlü anlayamamaktaydılar.

Fakat, teoloji alanının dışında verilmiş farklı ve çoğu kez de çelişkili yorumlara kim yargıçlık edecek? –Gelecek, mantık ve sağduyu. Yeni olgular ile yeni yasalar açıklandıkça daha da aydınlanacak olan insanlar, ütopik sistemler ile realiteyi göz önünde bulundurmayı bileceklerdir; bir yanda bilim bazı yasaları açıklamaktadır; Konfiçyüs’ten ve Budha’dan tutun da Hıristiyanlık ve İslamiyete varıncaya kadarki tüm dinlerin kutsal metinlerinin anlaşılabilmesi için her iki türden açınlamalar da zorunludur. Kendi içinde bile her zaman uyum sağlayamamış olan teoloji bu haliyle, tabii ki, bilimin çelişkilerini ortaya koymayı başaramayacaktı.

30. İsa, öğretisinin hareket noktasını nasıl Musa’nın öğretisinden çekip çıkarmışsa, aynı şekilde Ruhçuluk da hareket noktasını Bedensiz Varlıkların sözlerinden çekip çıkarmıştır, yani onların öğretilerinin bir sonucudur.

Ölüm sonrası hayata ilişkin belli belirsiz görüşe, etrafımızı çevreleyen ve de uzayı işgal eden görünmez alemin mevcudiyetine ilişkin bilgiyi ilave etmiş ve böylece de inanca aydınlık getirmiş; bu alemin gerçekliğini ortaya koymuş, ona güvenirlik kazandırmış ve düşüncede realite halini almasını sağlamıştır.

Ruh ile bedeni birbirlerine bağlayan bağları tanımlayarak doğum ve ölüme ilişkin gizemleri insanın tanıyıp bilmesine engel olan örtüyü kaldırmıştır.

Ruhçuluk sayesinde insan, nereden gelip nereye gittiğini, niçin yeryüzünde bulunduğunu, neden bir süre için ıstırap çektiğini bilir ve her yerde ilahi adaletin mevcudiyetini görür olmuştur.

Ruhun, birbirlerini izleyen bir hayatlar dizisi içinde, kendisini Tanrı’ya ulaştıracak olan olgunluğa ve yetkinliğe erişinceye kadar, aralıksız tekamül ettiğini bilmektedir artık insanoğlu.

Bugün insan, kaynakları aynı olan tüm ruhların, tekamüle yatkınlık denen aynı yetenekle donatılarak, cüz’i iradeleri gereğince eşit yaratıldıklarını; hepsinin aynı özden vücut bulduklarını ve aralarında ancak evrim farkları bulunduğunu; hepsinin kaderlerinin aynı olduğunu ve aynı amaca, çabalarıyla ve iyi niyetleriyle orantılı bir şekilde daha çabuk veya daha geç ulaşacaklarını bilmektedir artık.

Ruhçuluk sayesinde, günümüz insanı artık, nasipsiz ve yeteneksiz insanın da, diğerlerine oranla kaydırılmış insanın da söz konusu olamayacağını; Tanrı’nın, ayrıcalıklı görülmüş ve de tekamül yolunda başkalarının göstermekle mükellef bulunduğu çabadan bağışık tutulmuş mahluk yaratmadığını; sürekli olarak kötülüğe ve ıstıraba adanmış varlık olamayacağını; şeytanlar adı altında anılan varlıkların, insan olarak yaşadıkları sırada yaptıkları gibi, bedensiz Varlık halindeyken de kötülük yapan, fakat bir gün gelişme gösterip kendilerini ıslah edecek olan henüz gelişmemiş, kusurlu Varlıklar olduklarını; meleklerin veya arı Varlıkların, ayrı yaratılmış fakat tekamül süzgecinden geçerek hedefe ulaşmış bedensiz Varlıklar olduklarını; ve buna göre de, zeki varlıklar için muhtelif yaradılışlardan ve farklı kategorilerden söz edilemeyeceğini, fakat tüm yaradılışın, evreni yöneten büyük vahdaniyet yasasından kaynaklandığını; tüm varlıkların –ama birileri diğerlerinin zararına olarak kayırılmadan ve de her birinin, kendi başarısının ürününü devşirmesi kaydıyla- ortak bir hedefe doğru çekildiklerini bilmektedir.

31. Dünyadan ayrılmış kimselerle kurabildiği ilişkiler sayesinde insan, sadece, ruhun mevcudiyetine ve bireyliğine ilişkin maddi delili ele geçirmekle kalmamış, ayrıca, bu dünyanın yaşayanlarıyla ölmüşlerini birbirine bağlayan dayanışmayı olduğu gibi, bu dünyaya ait olanlarla başka dünyalara ait olanlar arasındaki dayanışmayı da anlamış ve kavramıştır. Artık onların, Varlıklar alemindeki durumlarını bilmekte; sevinçlerine ve elemlerine tanık olmakta; niçin mutlu veya mutsuz olduklarını bilmekte ve böylece yaptığı iyilik veya kötülüklerin biçimlendirileceği kendi kaderini de kestirmektedir. Bu ilişkiler onu, tüm evrelerini ve çözüme götüren olaylarını gözlemleyebildiği gelecek hayata hazırlamaktadır; gelecek onun için artık belirsiz bir umut olmaktan çıkıp pozitif bir olgu, matematik bir gerçeklik haline dönüşmektedir. Öyleyse ölümün korkulacak hiçbir yanı yoktur, zira bu, onun için kurtuluştur, gerçek hayata açılan bir kapıdır.

32. Varlıkların durumlarının etüdü yoluyla insan, bedensiz hayattaki mutluluk ve mutsuzluğun yetkinlik veya kusurluluk derecesine bağlı bulunduğunu; herkesin, kendi hatalarının doğrudan ve doğal sonuçlarıyla yüzyüze geldiğini, başka bir deyişle, işlediği günahın cezasını çektiğini; bu sonuçların, onlara yol açan neden ortadan kalkıncaya kadar sürüp gittiğini; buna göre, kötülüklerini ebediyen sürdüren suçlunun ebediyen ıstırap çekeceğini, fakat pişman olduğunda ve de telafi yoluna gittiğinde ise ıstırabının sona ereceğini; ıslah oluş, kişinin kendi çabasına bağlı olduğuna göre, cüz’i irade sayesinde, tıpkı aşırılıklarına son verişine veya vermeyişine göre ıstırabı devam eden veya iyileşen bir hasta gibi, ıstırap süresinin uzayabileceği veya kısalabileceğini öğrenmiş bulunmaktadır.

33. Tanrı’nın iyiliğiyle bağdaşmaması nedeniyle, mantık tarafından bir türlü kabullenilemeyen şu bağışlanamaz, sürüp giden ve ödün kabul etmez ve çoğu kez de tek bir hata yüzünden çekilir özellikli cezalara ilişkin görüş, yani, en şiddetli ve en samimi pişmanlık duygusuyla bile hafifletilemeyen ve yumuşatılamayan cehennem azabı görüşü böylece, her şeyi inceden inceye hesaplayan, dönüş yolunu hiçbir zaman kapalı tutmayan ve denize düşmüşe, onu daha da diplere itmek yerine, yardım elini uzatan bu bölüştürücü ve tarafsız adalet görüşünün önünde saygıyla eğilir duruma gelmiştir artık insan.

34. İsa’nın ilkesini İncil’de sergilediği, fakat diğer konular kadar tanımlamadığı ve açıklamadığı şu hayatların çoğulluğuna ilişkin konu, bunun gerçekliğini ve gerekliliğini göstermesi yönüyle, Ruhçuluk tarafından açıklanmış yasaların en önemlilerinden biridir. Bu yasa sayesinde insan, beşeri yaşamın gözler önüne serdiği tüm zahiri anormallikleri açıklayabilir olmuştur; sosyal durum farklarına; tekrardoğma olgusu dışlandığı takdirde, kısacık hayatları, ruh için pek gereksiz olaylar haline getirecek olan çok erken ölümlere; daha az veya daha fazla bilgi edinmiş ve yetkilenmiş bulunan ve de önceki hayatlarında edindiklerini doğumla birlikte taşıyıp getirmekte olan Varlıkların eskiliklerinden ve kıdemlerinden ileri gelen entelektüel ve moral yetenek eşitsizliğine hep bu yasa yardımıyla cevaplar bulunabilmiştir.

35. Ruhun, her doğum olayında yaratıldığına dair olan doktrin ile insan, ayrıcalıklı yaradılışlar sistemi içine düşmektedir; o takdirde insanlar birbirlerine yabancı olmakta, onları birbirlerine bağlayacak bir bağ söz konusu bile edilememekte ve aile bağları ise ten ve cinsiyet bağlarından ibaret şeyler haline gelmektedir; mevcut bulunmadıkları bir geçmişe ait bir dayanışma da mevcut olamamaktadır aralarında; ölümden sonra yokluğa ve hiçliğe karışıldığına dair olan doktrine göre ise tüm ilişkiler ölümle birlikte kaybolup gitmekte ve pek doğal olarak, insanlar arasındaki müstakbel bir dayanışmadan da söz edilememektedir. Reenkarnasyon yasası ile birlikte insanların, geçmişe ve geleceğe ilişkin sıkı dayanışmaları gün ışığına çıkmakta; aralarındaki ilişkiler ruhsal ve fiziksel alemlerde peş peşe sürüp gitmektedir; kardeşliğin temeli, doğa yasalarına dayanmaktadır; iyiliğin bir hedefi olduğu gibi kötülüğün de kaçınılmaz sonuçları vardır.

36. Aynı Varlığın zengin veya fakir, soylu kişi veya emekçi, efendi veya uşak, özgür veya köle, kadın veya erkek olarak doğabildiğini ifade etmek suretiyle Reenkarnasyon görüşü, ırk ve kast konusundaki önyargıları silip atmıştır. Köleliğin ve esaretin adaletsizliğine ve kadının, en güçlünün yasasına bağımlılığın karşı öne sürülmüş deliller arasında reenkarnasyonun maddi olgusundan, mantıklı bir biçimde, daha üstün olanı mevcut değildir. Eğer reenkarnasyon, evrensel kardeşlik prensibini doğanın bir yasasına dayandırıyorsa, aynı yasaya, sosyal hak eşitliği prensibiyle birlikte özgürlük prensibini de dayandırıyor demektir.

37. Maddi bedenin dağılışından sonra da yaşamını sürdüren özgür ve bağımsız varlığın insanın elinden alırsanız, onu, amaçsız, sorumluluk duygusundan yoksun, medeni kanundan başka bir freni olmayan ve de zeki bir hayvan gibi çalıştırılmaya ve sömürülmeye elverişli etten-kemikten makine haline getirmiş olursunuz. Ölüm sonrasından hiçbir şey beklemediği için, hiçbir şey onun, gününü gün etmesine engel olamaz: Eğer ıstırap içindeyse, gelecekteki tek sığınağı umutsuzluk ve hiçliktir. Ölüm sonrasında da hayatın sürüp gittiğine, uçup gitmiş sevdiklerini tekrar görebileceğine inanır ve bir zamanlar onurlarını ayaklar altına aldığı insanlarla yüz yüze geleceğini bilirse, o takdirde, tüm düşünce ve görüşleri değişecektir. İşte Ruhçuluk, insanı, müstakbel hayat konusundaki bu şüpheden kurtarmak suretiyle, onun moral yönden gelişimini,  -onu bozan sıkı kayıtlar altına alıp frenlenmiş ve fakat yine de bir değişim meydana getirememiş olan inzibati yasalara oranla-  çok daha üstün bir düzeyde gerçekleştirmiştir.

38. Eğer ruh, öncelerden beri var olmasaydı, ilk günaha  ( tüm insanların, Adem’in kişiliğinde işlemiş oldukları günah- Çevirenin notu) ilişkin öğreti, sadece Tanrı adaletine aykırı olmakla kalmayıp –ki bu durumda tüm insanlar, kendilerine ait olmayan bir hatadan sorumlu tutulmuş olacaklardı- aynı zamanda bir saçmalık haline de dönüşecekti ve ayrıca, insanın sorumluluğunun başlatıldığı devirde ruhun henüz var olmayışı olgusu –söz konusu öğretiye göre- daha da zor savunulabilir niteliğe bürünecekti. Ruh ezelden beri var olduğu için, insan, doğumla birlikte, o güne kadar üzerinden atıp da kendini kurtaramadığı ve de doğuştan gelme içgüdüler şeklinde kendini gösteren eksikliklerinin, hatalarının, şu veya bu kusura bağlı doğal eğilimlerin filizlerini de beraberinde getirmektedir. İnsanın, pek doğal olarak sonuçlarına katlandığı gerçek ilk günahı işte bu kavramda yatmaktadır, ancak şu temel farkla ki, bir başkasının hatasından doğma bir ıstırabı değil, fakat kendi öz hatalarından ileri gelen ıstırabı taşıyıp durmaktadır sırtında; her yaşamında, gerek belli bir kusurunu silip atmak suretiyle olsun ve gerekse yeni bilgiler edinmek suretiyle olsun, hatalarını onarma ve eksik bıraktıklarını telafi etme imkan ve fırsatının insana lütfedildiğini ifade etmesi yönüyle teselli ve cesaret verici ve de son derecede hakkaniyetli bir farktır bu.

Aynı mantığa göre, moral yönden gelişmiş bir kimse fıtri ( doğuştan gelme) niteliklerle, entelektüel yönden gelişmiş bir kimse de hazır ( bu yaşam sırasındaki deneyler sonucunda edinilmemiş) fikirlerle doğmaktadır; böyle bir kimse iyi ile özdeşleşmiş durumdadır; iyi olanı, bir çaba sarfına ve hesaplamaya gerek kalmadan, adeta düşünmeden yapmaktadır. Kötü eğilimleriyle savaşmak zorunda olan bir kimse ise henüz mücadele evresindedir: Şu halde birinci kişi savaşı çoktan kazanmış, ikincisi ise kazanma yolundadır. Demek ki ilk bilgi olduğu gibi, ilk erdem de vardır, ilk günah veya daha doğrusu, ilk kusur da.

39. Deneysel Ruhçuluk, ruhsal akışkanların özelliklerini ve madde üzerindeki etkinliklerini incelemiştir. Antik çağlardan beri şüpheyle karşılanmış ve Pavlus tarafından Latif beden ( Spiritüel beden) diye adlandırılmış olan perispri’nin; yani ruhun, gözle görülür bedenin çözülüp dağılmasından sonra, kullandığı akışkan bedenin mevcudiyetini de su yüzüne çıkarmıştır. Bugün artık bu zarfın, ruhun ayrılmaz bir parçası; insan varlığını oluşturan ögelerden biri; düşünceyi ileten bir araç olduğu ve de fizik bedenin yaşamı sırasında Varlık ile madde arasındaki bağlantıyı sağladığı bilinmektedir. Perispri, organizmada ve duyguya ilişkin bir sürü olayda öyle önemli bir rol oynamaktadır ki, bu durumuyla, fizyolojiyle olduğu kadar psikolojiyle de ilinti içinde bulunmaktadır.

40. Perispri’nin özellikleri ile ruhun spiritüel akışkanları ve fizyolojik nitelikli belirtilerinin etüdü, bilime, yeni ufuklar açmış ve yönlendirici yasayı bilmemek yüzünden o güne kadar bir türlü anlaşılamamış bir sürü fenomenin anahtarını sunmuştur; ruhsallığa bağlı oluşları nedeniyle materyalizm tarafından inkar edilmiş, diğerleri tarafından ise, inançların türüne göre ya mucize, ya da büyücülük olarak nitelendirilmiş fenomenlerdir bunlar. Bu fenomenlerden bazıları şunlardır: Durugörü, mekan içinde durugörü, doğal ve yapay uyurgezerlik ( somnambulizm), hareket gücü yitirimi ( catalapsie) ve baygın uyku ( lethargie) türünden psişik etkiler, geleceği bilme, önsezi, zuhurat ( apparition), ötealeme intikal etmişlerin görünmesi, düşünce nakli, bedensiz Varlıklar tarafından tasallutuna uğrama  ( obsession) ve onların, yetenekleri saptıracak düzeydeki etkilerinin altına girme ( possession), vs… gibi. Bu fenomenlerin, elektrik fenomenleri kadar doğal olan yasalara dayandıklarını ispatlayarak ve oluşumlarını mümkün kılan normal şartları gözler önüne sererek Ruhçuluk, mucize ve doğaüstülük kavramlarının egemenliğine son vermiş, böylece de boşinançlardan çoğunun kökünü kurutmuştur. Bazı kimselerce kuruntu gibi kabul edilen bazı şeylerin mümkün olduğuna inanılmasını önerirken, imkansızlığını ve akıldışılığını ispatladığı diğer bazı şeylerde de inanılmamasını önemle belirtmektedir.

41.  Ruhçuluk, Kutsal Kitapları inkar etmek veya yıkmak şöyle dursun, aksine, açıkladığı yeni doğa yasalarından yararlanarak onları doğrulamak, açıklamak ve geliştirmek için gelmiştir; onların içerdikleri öğretilerdeki üstü kapalı noktaları aydınlığa kavuşturmuştur, öyle ki, kutsal kitapların bazı bölümlerini anlaşılamaz veya kabul edilemez nitelikli bulan kimseler bile, Ruhçuluk sayesinde, bu bölümleri anlar ve kabul eder olmuşlardır; böylece onların değerini artık daha iyi kavramakta ve de gerçeğin ve istiarelerin farkına varabilmektedirler.

42. Eğer ayrıca, Ruhçuluğun ahlak yöneltici gücü, hayatın tüm aksiyonları için gösterdiği hedef bakımından ve de apaçık bir şekilde gözler önüne serdiği iyi ve kötüden kaynaklanan sonuçlar açısından etüt edilirse; ve ayrıca büyük acılar inde bulunulduğu zamanlarda sunduğu moral güç, cesaret ve teselliler ise geleceğe karşı sarsılmaz bir güven duygusu yönünden veya bir zamanlar sevilmiş kimseleri yanıbaşında bulma düşüncesi bakımından veyahut onları tekrar görme inancı açısından veyahut da onlarla konuşma imkanı yönünden ve son olarak da insanın, hayatının son demine kadar yaptıkları ile akıl, bilgi ve ahlak yönünden edindiklerinin bir zerresini bile yok olup gitmediği, her şeyin tekamüle hizmet ettiği gerçeği açısından ele alınıp incelenirse Ruhçuluğun, geleceği müjdelenmiş Teselli Verici ile ilgili olarak İsa tarafından ifade edilmiş olan tüm vaadleri gerçekleştirdiği görünecek ve anlaşılacaktır. Nitekim, arınma ve yenilenme amaçlı şu yüce hareketi düzenleyen ve yönlendiren unsur Hakikat Meleği olduğuna göre, onun geleceğine dair olan vaat şu anda aynen gerçekleşmiş bulunuyor demektir, zira, gerçekten de, hakiki Teselli Verici odur ( *).

———————
( *) Öğrenimleri için büyük fedakarlıklara katlandıkları çocuklarının erken ölümleri için babaların çoğu yanıp yakınmakta ve onca masrafın boşa gittiğini düşünmektedirler. Ruhçuluğun gelişiyle birlikte ise bu fedakarlıklarına hayıflanmaz ve yavrularının ölümlerine muhakkak gözüyle baktıkları anlarda bile bu tür fedakarlığa katlanmağa hazır durumda bulunur olmuşlardır, zira bu çocuklar, her ne kadar bu eğitimden şu anda yararlanamamaktalarsa da, ileride bedensiz Varlık olarak gösterecekleri evrim çabaları sırasında yararlanacaklarıdır; daha sonra da bu bilgiler yeni bir yaşam için gerekli edintiler haline gelecek ve böylece bu çocuklar, kendilerini yeni bilgiler edinmeğe daha elverişli bir hale sokacak olan entelektüel bir birikime sahip olmuş olacaklardır. Doğuştan, fıtri ( önceki yaşamlardan getirilme) fikirlere sahip bulunan ve   

43. Bu sonuçlara bir de, Ruhçulun, kendisini yerle bir etmeye yönelik tüm saldırılara rağmen, görülmedik ve işitilmedik bir süratle yayılışı olgusu eklenecek olursa, o takdirde, Ruhçuluğun ilahi nitelikli olduğu hususu inkar edilemeyecektir; her türlü beşeri güçlere ve her türlü beşeri kötü niyetlere galip gelmiş olması bunun delilidir. Baskıya gerek kalmadan ve fikir gücünden gayrı bir vasıtaya başvurulmadan böylesine geniş halk yığınları tarafından bu kadar kısa bir zamanda benimsenmiş olması, onun bir ihtiyaca, yani, inançsızlığın neden olduğu boşluk sonrasında duyulmuş olan o bir şeylere inanma ihtiyacına cevap verdiğini ve de tam zamanında ortaya çıktığını ispatlamaktadır.

44. Acı çekenlerin sayısı çoktur; demek ki, bunca insanın, umutsuzluğa düşüren öğretileri değil de, teselli veren bir öğretiyi benimsemesi şaşılacak şey değildir, zira Ruhçuluk, dünyadaki mutlulardan ziyade mutsuzlara ve yoksullara hitap etmektedir. Hasta kişi doktorun gelişini sağlıklı kişiye oranla daha büyük bir sevinçle gözler; acı çeken insanlar işte bu hastalardır. Teselli Verici de bu doktordur.

Ruhçuluk ile savaşan kimseler, eğer sizler, insanların Ruhçuluğu bırakıp sizin peşinize düşmesini istiyorsanız, onun sunduğundan daha fazlasını ve daha iyisini sununuz ve de ruhun yaralarını daha emin bir biçimde iyileştiriniz. Ona kıyasla daha fazla bilgi, daha fazla iç sevinci ve de daha yerli yerinde umutlar ve daha yüce kesinlikler saçınız insanlara; geleceği, daha akılcı ve daha çekici bir tablo haline getiriniz; ama, hiçlik ve yokluk görüşünü benimsemiş olanlar, sizler bu bakış açınızla; cehennem ateşi veya sonsuz mutluluk alternatifini kabullenmiş ve şu gereksiz sürekli seyre dalma ( meditasyon) görüşünü benimsemiş olanlar, sizlerde, bu tutumunuzla Ruhçuluğa üstün geleceğinizi sanmayınız.

———————
adeta öğrenmeye ihtiyaç duymadan bilen çocuklar bunlardır işte. Gerçi analar ve babalar, çocuklarının, bu eğitimi kullanım alanına soktuklarını görme zevkini hemen tadamamaktadırlar, ama onlar bu eğitimden ya bedensiz Varlık halindeki yaşamlarında, ya da bedenli yaşamlarında muhakkak surette yararlanacaklardır. Ve belki de aynı babalar, doğa tarafından özel bir biçimde donatılmış diye nitelendirilen ve gelişmiş yeteneklerini daha önceki eğitimlerine borçlu bulunan bu çocukların yeniden babaları olmaktadırlar; ana ve babalarının ihmali sonucunda kötü yola sapacak olurlarsa, o takdirde bu ana ve babalar ileride, yeni bir yaşam sırasında, bu çocukların neden olacakları sıkıntı ve üzüntülerin ağırlığı altında ezilebileceklerdir.

45. Ruhçuluğun tabiatı hiçbir bireyde temsil edilmemiştir. Dini tebligat bireyseldir, ama ruhçu tebligat kolektiftir; büyük önemdeki temel yeteneği de budur işte. Hiçbir kişiye ayrıcalık tanınmadan yapılmış olması ve bunun sonucu olarak da herhangi bir kimsenin özellikle peygamber gibi görevlendirilmiş olmaması yönünden kolektif niteliklidir. Bu tebligat aynı anda tüm yeryüzüne ve de toplumsal tabakaların en alt basamağına mensup olanından tutun da en üst basamağına mensup olanına kadar her mevkiden ve her yaştan milyonlarca insana sunulmuştur. ( *)

———————
( *)  Ruhçuluk tarafından hazırlanmakta olan ve de gerçekleşmeye başlamış bulunan şu büyük fikir hareketindeki rolümüz, nedenini araştırmak ve sonuçlarını ortaya koymak üzere olayları incelemiş dikkatli bir gözlemcinin rolünden ibarettir. Bir araya getirmeyi başarabildiğimiz tüm bu olayları karşılaştırmış; yerkürenin her yanına Varlıklar tarafından verilmiş bilgileri mukayese etmiş ve yorumlamış, sonra da bunların tümünü metotlu bir şekilde düzene koymuşuzdur; kısacası, incelemelerde bulunmuş ve araştırmalarımızın ürününü halka sunmuşuzdur; bunu yaparken de, ne çalışmalarımıza gözlemden ve deneyden kaynaklanmış felsefi bir esere yakıştırılabilecek değerden öte bir değer atfetmiş, ne kendimize doktrin kurucusu süsü vermeyi düşünmüş, ne de fikirlerimizi insanlara zorla kabul ettirmeye kalkışmışızdır. Bu fikirleri yayarken de herkesin sahip olduğu bir hakkı kullanmışızdır; bu fikirleri kabul edip benimseyenler de zorlanmadan özgürce benimsemişlerdir. Eğer bu fikirler böylesine sempati görmüşse, bu, onun büyük insan yığınlarının özlemlerine cevap verir nitelikte olmasından ileri gelmiştir; ama bu fikirlerin kökeni bize ait olmadığı için yaptığımızla şişinecek halimiz yoktur elbette.  Övünebileceğimiz bir husus varsa, o da, benimseyip omuzladığımız dava uğruna özveri ve direşkenlik göstermiş olmamızdır. Bu konuda biz, pekala bir başkasının da yapabileceği şeyi yapmışızdır.

46. Kişisel bir öğretinin ürünü oldukları için Dinsel açınlamalar zorunlu olarak mevzii kalmıştır, yani tek bir noktada cereyan etmiş, sonrada fikir yavaş yavaş yayılmıştır; fakat, bırakın tüm dünyayı kaplamalarını, en uç noktalarına varmaları için bile asırların geçmesi gerekmiştir. Ruhçuluğun ise şu özellikleri vardır ki, bir tek bireyde temsil edilmediği için dünya üzerindeki –herbiri birer ışık merkezi veya ışık odağı haline gelmiş olan- birbirlerinden farklı binlerce noktada aynı anda vuku bulmuştur. Bu merkezlerin sayısı arttıkça yaydıkları ışınlarda, tıpkı suya atılmış bir sürü taşın oluşturduğu daireler misali yavaş yavaş birbirlerine girişmektedirler; öyle ki, belli bir sürenin sonunda küremizin yüzeyini tamamen kaplayacakladır.

Ruhçuluğun sür’atle yayılış nedenlerinden biri de budur. Eğer tek bir noktada zuhur etmiş ve tek bir insanın kişisel eylemi olmuş olsaydı çevresinde bir mezhep oluştururdu; ama doğduğu ülkenin sınırlarına ulaşıncaya kadar da belki elli yılın geçmesi gerekirdi, oysa ruhçuluk, kısa zamanda, iki kutup arasında nice alanlar hazırlamıştır kendisine.

47. Öğretiler tarihinde görülmemiş ve işitilmemiş olan bu durum Ruhçuluğa istisnai bir güç ile dayanılmaz bir etkileme kudreti sunmaktadır; gerçi bir ülkenin herhangi bir noktasında pekala kısıtlanabilmekte ve önlenebilmektedir, ama tüm ülkelerin tüm noktalarında birden kısıtlanması maddeten imkansızdır. Bir yerde ( kilise tarafından) engellenecek olsa bile hemen başka yerlerde filizlenivermektedir. Dahası, belki bir insan baskı altına alınabilir, ama öğretinin kaynağı olan Varlıklar alınamaz. Şu halde, Varlıklar her yerde mevcut bulunduklarına ve her zaman da mevcut bulunacaklarına göre, öğreti tüm yerküre üzerinde engellense bile –olacak şey değil ya- bir müddet sonra bir yerlerde tekrar gün ışığına çıkacaktır. Çünkü o, bir gerçeğe dayanmaktadır ve bu gerçek doğa’nın içindedir ve de şüphesiz doğa’nın yasaları yok edilemez. Ruhçuluğa engel olmayı hayal edenlerin, akıllarından çıkarmamaları gereken şey budur işte. ( RM. Notu: Yazar 1865 yıllarındaki bir durumu anlatmaktadır. 20. Yüzyılda inanç özgürlüğü vardır.)

48. Oraya buraya serpiştirilmiş durumdaki bu merkezler, uzak ülkelerin sınırları içinde bulunmaları nedeniyle, daha uzun zaman böyle birbirlerinden ayrı kalacağa benzemektedirler. Onun için de, onları başka yerlerde olup bitenlerden haberdar edilerek birbirleriyle ilintilemek ve böylece inancı benimsemiş kardeşler arasındaki düşünce birliği sağlamak gerekiyordu. Antik çağlarda Ruhçuluğun yoksun bulunduğu bu ilinti, bugün, her yere ulaşan ve de her yerde değişik biçimler altında ve çeşitli dillerde verilmiş öğretiyi kısa ve metotlu tek bir biçim altında özetleyen yayınlar yardımıyla sağlanmaktadır.

49. İlk iki vahiy ancak doğrudan ( direct) bir öğretinin ürünü olabilirlerdi; insanlar, bu vahiylerin özümlenebilir duruma getirilmesine yardımcı olabilecek kadar gelişmiş olmadıkları için her iki vahiy de Peygamberin sözünün gücü ile benimsetilmek zorundaydı ( *).

Gerçi her ikisi de aynı halka, aynı ortamda, ama yaklaşık olarak on sekiz asır arayla sunulmuştur, fakat yine de belirtmek gerekir ki aralarında, geleneklerden ve fikirlerden ileri gelen çok ince bir nüans mevcuttur. Musa’nın doktrini ödün vermez ve despotik niteliklidir: üzerinde yapılacak bir tartışmaya tahammülü yoktur ve tüm halka zorla empoze edilmektedir. İsa’nınki ise temelde öğütleyicidir; onu benimsemekte herkes özgürdür ve kendini ancak ikna yoluyla kabul ettirmektedir; hasımlarıyla tartışmayı gereksiz görmeyen kurucusu hayattayken bile tartışma konusu yapılmıştır. ( **)

———————
( *) Oysa İslamiyet’in menşei tamamen dolaylı bir öğretiye, Vahiy Meleği Cebrail’in Ümmi Hz. Muhammed’e tebliğ ettiği bilgiye dayanır. Peygamberin şahsi gücüyle değil tebligaten ( ayetlerin) kudreti ile benimsetilmiştir.

50. Gelişmiş zekanın pasif bir rolde karar kılamadığı, insanın hiçbir şeyi körü körüne kabul edemediği, fakat nereye götürüldüğünü anlamak, her şeyin nedenini ve nasılını bilmek istediği özgürleşme ve entelektüel olgunlaşma çağında gelmiş olan ruhçuluk, hem bir öğretinin ürünü ve hem de çalışmanın, araştırmanın ve özgür incelemenin meyvesidir. Varlıklar sadece hakikate yöneltici bilgileri vermekte, fakat insanın kendi kendine bulabileceği şeyleri açınlamamaktadırlar; tartışma, kontrol etme ve her şeyi akıl süzgecinden geçirme sorumluluğunu insana bırakarak onu çoğu kez kendi hesabına tecrübe sahibi olmaya mecbur etmektedirler. Ona sadece prensibi ve malzemeyi sunmaktadırlar; bunları kullanmak ve işlerliğe koymak insana düşmektedir. ( No.15).

51. Ruhsal tebligatın öğeleri yerküre üzerindeki birçok noktaya aynı anda ve de hem toplumsal durumları, hem de eğitim düzeyleri farklı insanlara verildiği için, gözlemlerin, her yerde aynı ürünü devşirecek biçimde yapılamayacağı, bu gözlemlerden ve bu tür fenomenleri yönlendiren yasalardan çıkarılacak sonuçların, yani kısacısı fikirlere temellik edecek ana sonucun, olayların tümünden ve bu olaylar arasındaki karşılıklı ilişkilerden başka birşeye dayandırılamayacağı gün gibi aşikar bir husustur. Oysa dar bir çember içine sıkışmış olup genellikle ancak, bazen çelişkili görünüm arz eden olayların özel bir türünü gözleyebilen, çoğu kez ancak aynı Varlıklar kategorisiyle ilişkiye girebilen ve ayrıca da lokal etkiler ile parti zihniyeti yüzünden kendi kendini köstekleyen izole durumdaki her merkez bütünü kucaklayıp kavrayabilmenin maddi imkansızlığı içendeydi ve bunun sonucu olarak da izole gözlemleri ortak bir prensibe bağlamaktan acizdi. Her merkez, olayları, kendi bilgileri ve daha önceki inançları veya tezahür eden Varlıkların özel görüşleri açısından değerlendirdiği için, mukayese ve kontrol öğelerinin eksikliği yüzünden hepsi de kusurlu olan bir sürü kuram, diğer bir değişle, merkez adedince kuram çıkmıştır ortaya. Kısacası, başka merkezlerde daha fazlasının ve daha iyisinin elde edildiğini bilemeyen ve bu yüzden de tüm hakikate sahip olduğunu sanan bir grup, elbette ki kendi kısmi bilgisinin içinde sıkışıp kalmaya mahkumdu.

———————
( **) İslamiyet önce muarızlarıyla cihad yoluyla mücadele etmiş, sonra Kur’an’ın bilgi değeri akıl ve mantığa baş vurularak her yere ulaştırılmış, insanların akıl ve vicdanına hitap edilerek, zorlamadan, yumuşaklıkla rızaya bağlı kabul ettirilmiştir.

52. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Ruhçu öğreti hiçbir yere eksiksiz halde verilmemiştir; bu öğreti, o kadar çok sayıda gözleme dayanmakta ve de bilgi ve özel medyomsal yeteneği gerektiren o kadar çeşitli sujeye ihtiyaç göstermektedir ki, işte bu yüzden, tüm gerekli şartları aynı merkezde bir araya getirmek mümkün olmamıştır. Öğreti, bireysel değil de, kolektif olduğu için Varlıklar çalışmayı –bazı fabrikalarda aynı bir malın üretilmesi için gerekli çalışma türlerinin işçiler arasında pay edilişi gibi- inceleme ve gözlemleme konuları halinde serpiştirerek pay etmişlerdir.

Tebligat farklı merkezlere ve bir sürü medyom tarafından işte böyle parça parça yapılmış ve halen de bu tarzda yapılmaya devam edilmektedir, zira her şey tebliğ edilmiş değildir. Her merkez, elde ettiği kendi bilgilerinin tamamlayıcısını diğer merkezlerde bulmaktadır; Ruhçuluk işte böyle doğmuştur, yani tüm kısmi bilgiler arasında eşgüdüm sağlanıp bir bütün oluşturulmuştur.

Demek oluyor ki, verileri birbirleriyle karşılaştırmak, tahlil etmek, benzerliklerini ve farklarını ortaya koymak için, farklı merkezlere nasip edilmiş ayrı ayrı olayları gruplandırmak, farklı dökümanları ve de Varlıklar tarafından tüm merkezlere ve tüm süjelere verilmiş olan bilgileri bir araya getirmek şarttı. Tebliğler, kimi daha az, kimi ise daha fazla gelişmiş her türden Varlık tarafından verildiği için, bunların mantığa uygunluk derecelerini ölçüp biçmek ve Varlıkların genel öğretisini onaylayan tebliğlerdeki bireysel nitelikli ve soyut durumdaki sistematik fikirleri diğerlerinden, yani pratik fikirlerin ütopyasından ayırt etmek; pozitif bilimin verileri ile sağlam mantık tarafından verilmiş kusur dolu tebliğleri dahi derleyip görünmeyen alemin durumunu tanıma aracı olarak kullanmak ve de bunların tümünden bir bütün meydana getirmek gerekiyordu. Kısacası, her türlü basmakalıp fikirden, her türlü taraf tutucu önyargıdan bağımsız ve de, kişisel kanaatlerine ters düşse bile, su götürmez şekilde gün ışığına çıkmış hakikati kabullenmeye kararlı bir özümlenir hale getirme merkezi gerekiyordu. Ve bu merkez kaçınılmaz olarak ve de önceden tasarlanmadan kendiliğinden vücut bulmuştur. ( *)

———————
( *) Olayların moral sonuçlarını belli bir sıraya göre ve ayrıntılı bir şekilde anlatmak suretiyle Ruhçuluğu felsefi yola sokmuş, ortaya çıkardığı en önemli sorunlara değinerek doktrinin tüm bölümlerini işlemiş bulunan ilk kitap, yani « Le Livre des Esprits» ( Ruhların Kitabı), yayınlandığı andan itibaren, bireysel çalışmaların kendiliğinden üzerine yöneldikleri toplanma odağı haline gelivermiştir. Şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, bu kitabın yayınlanma tarihi, o güne kadar merak giderme amaçlı deneyler çerçevesi içinde kalmış olan Ruhçuluğun felsefi Ruhçuluk haline dönüştüğü evreye rastlamaktadır. Eğer bu kitap çoğunluğun beğenisini kazanmışsa, bu, çoğunluğun duygularına tercüman oluşundan ve özlemlerine cevap verişinden ve de ayrıca herkesin onda, özel bir tarzda elde ettiğinin akılcı bir açıklamasını ve teyidini buluşundan ileri gelmiştir. Ruhların genel öğretisiyle uyumsuzluk içinde bulunmuş olsaydı, o takdirde, itibar görmeyecek ve hemen unutulup gidecekti. Oysa ne benimsenmişti? Kendi başına bir şey olmayan şu ölümlü ve gelip geçici bağlama cıvatası değerindeki insan değil, fakat insandan daha üstün nitelikli bir kaynaktan intişar ettiğinde ölümsüz olan fikir benimsenmiştir.   

Oraya buraya serpiştirilmiş olan güçlerin bu kendiliğinden bir araya toplanması olayı muazzam bir haberleşme ve yazışmaya yol açmıştır. Modern Ruhçuluğun küremiz üzerindeki tek anıtı ve gerçek tarihinin canlı tablosu diye nitelememiz gereken bu belgelerde hem doktrinin canlandırdığı duygular, hem kısmi çalışmalar, hem moral sonuçlar, hem özveriler ve hem de karşılaşılan zorluklar yankılanmaktadır; insanları ve eşyayı, gerçek belgelere dayanmak suretiyle, yargılayabilecek olan gelecek kuşaklar için değerli arşivdir bunlar. İleride öne sürülecek gerçek dışı iddialar, çekemezlik ve kıskançlıktan ileri gelme kara çalmalar bu kesin kanıtlar karşısında ne duruma düşeceklerdir acaba?.

53. Bu durum ikili bir fikir akımına kaynaklık etmiştir: Fikirlerin bazıları çevreden merkeze, bazıları da merkezden çevreye doğru hareket etmişlerdir. Öğreti, intişar ettiği kaynakların çeşitliliğine rağmen birliğe ve bütünlüğe doğru işte bu yüzden çabucak ilerlemiştir; farklı sistemler, kendilerini soyutlama sonucunda, onlarda sempatik yankı bulamayan çoğunluğun gözünde yavaş yavaş itibardan yine bu yüzden düşmüşlerdir. O günden itibaren de farklı kısmi merkezler arasında bir düşünce ve görüş birliği oluşuvermiş; dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan ve aynı spiritüel dili konuşan insanlar birbirleriyle anlaşır ve sevişir olmuşlardır.

Kendilerini diğerlerinden ayrı görmedikleri ve kendilerini büyük aileye bağlayan bir bağın, bir dayanağın var olduğunu hissettikleri zaman Ruhçular daha güçlü olmuşlar, daha büyük bir cesaretle mücadele etmişler ve yollarına daha emin adımlarla ilerlemişlerdir; genel uyum yasalarına bağlayabildiklerinde, yapılarını ve türlerini bir bakışta kavrayabildiklerinde ve bu bütünün içinde yüce ve insancıl bir amaç bulduklarında, tanık oldukları fenomenler onlara artık tuhaf anormal ve çelişkili görünmez olmuşlardır. ( *)

Ama bir prensibin her yerde öğretilip öğretilmediği veya bireysel bir görüşün sonucu olup olmadığı nasıl bilinecektir? Ayrıca, gruplar başka yerlerde söylenenleri bilecek durumda değillerdi, işte bunun için de tüm bilgilerin, bir bir incelenip tasnif edilmek üzere, bir araya getirilmesi ve bunların çoğunluğunda hakim bulunan görüşün herkesin bilgisine arz edilmesi zarureti vardı ( **).

———————
(*) Ruhçular arasında, inanç benzerliği sayesinde oluşmakta olan bu düşünce birliğinin anlamlı ve duygulandırıcı ve bir o kadar da dikkat çekici bir kanıtı olarak, kendilerini hiçbir zaman görmediğimiz din ve milliyetleri farklı insanlarca Peru’dan Uzakdoğu’ya kadar yayılan çeşitli ülkelerden yapılmış dua konulu başvuruları öne sürebiliriz. Gerçekleşmeye başlayan büyük birleşme ve bütünleşmenin açılış müziği değil midir bu? Ruhçuluğun her yana kök saldığının delili değil midir bu?

Şurası dikkat çekicidir ki, gururlarına yedirememe nedeniyle veya başka nedenlerle ortak yasaya uyar görünmek istemeyen ve tek başlarına yola devam edebilecek kadar kendilerini güçlü bulan ve de öğütlere aldırmayacak kadar bilgi sahibi olduklarını sanan gruplar gibi bir önyargıyla, yani farklı ilkeler ortaya atarak hizip oluşturma niyetiyle kurulmuş grupların hiçbiri üstünlük sağlayıcı ve ömürlü bir fikir oluşturmayı başaramamış; bunların tümü yok olup gitmiş veya karanlıklar içinde bitkisel hayat sürmüşlerdir. Çok daha fazla miktarda tatmin ve sevinç sunmaya çabalayacakları yerde, kendilerini ayrı tutmak için, öğretideki prensipler arasında en güçlülerini, en çekicilerini, en çok yüreklendiricilerini ve en akılcılarını ayıklayıp atanların sonu nasıl olsundu yani? Birliği ve bütünlüğü oluşturan moral öğelerin gücünü anlayabilmiş olsalardı düşsel yanılgıların kollarında uyuyup kalmayacaklardı; ama evren konusunda kendilerini daracık bir alanın içine hapsettikleri için, üyeler arasında oluşturulacak bir kliğin karşı, bir klik tarafından alaşağı edileceği gerçeğini görememişlerdir. Öğretinin temel nitelikleri konusundaki ilginç bir yanılmaydı bu ve de bu yanılma şüphesiz hayal kırıklığı ile sonuçlanmak zorundaydı. Birlik ve bütünlüğü kuramamışlar, onun yerine kendilerine güç ve hayat sunan tek bağı koparmışlardır.

( **) Bu titiz incelemenin sonucu gözüyle bakılabilecek olan yayınlarımızın amacı budur işte. Bu yayınlardaki görüş ve fikirler tartışılmış, fakat sorular, prensip olarak, ancak kontroller sonucunda benimsendikten sonra –zira onlara yasa gücü böyle kazandırabilir ve doğrulukları böyle saptanabilirdi- formüle edilmiştir. Hiçbir kuramı, üzerinde iyice düşünüp taşınmadan göklere çıkarıp ilgililere öğütlemeyişimizin nedeni buydu ve işte bunun içindir ki, genel öğretiden kaynaklanan öğreti hiçbir zaman önceden tasarlanmış bir sistemin ürünü olmamıştır; ona güç kazandıran ve geleceğini güvenlik altına alan da budur zaten.

54. Hiçbir bilim, tüm bölümleriyle, salt insan beyninin ürünü değildir; istisnasız hepsi de, daha önceki gözlemlere dayanan birbirini izlemiş gözlemlerden –tıpkı, bilinmeyene varmak üzere bilinen bir noktaya bel bağlayış gibi- meydana gelmişlerdir. Ruhsal varlıklar Ruhçuluk için işte bu anlamda hareket etmişlerdir; öğretileri onun için kademelidir: Varlıklar sorunlara ancak, dayanmak zorunda oldukları prensipler yeterli ölçüde işlendikçe ve kanaat özümlenebilecek oranda olgunlaştıkça değinmektedirler. Şurası da dikkat çekicidir ki, özel merkezler, mevsimsiz sorunlara her değinmek isteyişlerinde, ancak, kesin kanıya vardırıcı nitelikten yoksun çelişkili cevaplar alabilmişlerdir. Aksine, uygun zaman geldiğinde ise, öğreti genelleşmekte ve merkezlerin tümünde tek bir bütün halini almaktadır.

Ama yine de Ruhçuluğun gelişimiyle bilimin gelişimi arasında büyük bir fark vardır, şöyle ki, bilimler, içinde bulundukları şu duruma çok uzun sürede ulaştıkları halde Ruhçuluğa, zirveye ulaşmada değilse bile bir öğreti oluşturabilecek kadar çok sayıda gözlemi devşirmede sadece birkaç yıl yeterli olmuştur. Bu, her biri kendi payına düşen bilgiyi vermek üzere Tanrı’nın izniyle aynı anda tezahür etmiş olan Ruhların sayısız denecek kadar çok sayıda oluşlarından ileri gelmiştir. Bundan şu sonuç çıkmaktadır ki, doktrinin tüm bölümleri, asırlar boyunca birbirini izlemiş çalışmalar sonucunda değil, hemen hemen birkaç yıl içinde birden oluşmuş ve bu kısa süre, bir bütün elde etmek üzere bu bölümleri gruplar halinde getirmeye yetmiştir.

Tanrı, önce, yapının daha kısa zamanda doruğa ulaşmasını; daha sonra da, mukayese yoluyla öğretinin bütününde bir bakıma ani ve temelli bir kontrol sağlanmasını istemiştir; bu böyle olmuştur, zira her bölüm ancak bütünle olan bağlantısı sayesinde bir değer ve güç sahibi olabilirdi ve de tüm bölümler kendi aralarında uyumlu olmak, genel çerçeve içinde yerlerini bulmak ve her biri zamanında gelmek zorundaydı.

Öğretiyi ilan etme görevini bir tek Ruhsal varlığa emanet etmeyerek Tanrı, insanlar arasında da hem en mütevazisinin hem de en yücesinin yapıya bir tuğla ilave etmesini ve böylece de aralarında, tek kaynaktan intişar etmiş öğretilerin tümünde eksikliği hissedilen « ortaklık dayanışması bağı» oluşturmalarını istemiştir.

Diğer yandan, sınırlı bir bilgi ortalamasına sahip her insan gibi her Varlık da, Ruhçuluğun değindiği bir sürü sorunları profesyonelce ele alıp işleyecek yeterlikte değildi elbet; Yaradan’ın niyetini yerine getirmek için bir tek Ruhsal varlığın ve bir tek medyomun görevlendirilmeyişinin bir nedeni de budur; bu öğreti ancak, birbirlerini sıkı bir kontrol altında tutacak çalışmaların ortaklığından kaynaklanabilirdi.

55. Ruhçu tebligatın, sayelerinde vücut bulduğu şartlardan doğma son bir özelliği de, sırtını olaylara dayadığı için, gözleme dayalı tüm bilimler gibi temelden tedrici oluşudur.  Özü bakımından, belli olaylar dizisine ait doğa yasalarının ifadesi olduğu için, Tanrının iradesine, yani bu yasaların da Yaradanı’nın iradesine ters düşmeyen bilim ile ittifak halindedir. Bilimin keşifleri, Tanrı’nın şanına gölge düşürmeye kalkışmak şöyle dursun, aksine, Onu ululamaktadırlar; bu keşifler ancak insanların Tanrı kavramına karıştıkları yalan yanlış görüşleri sarsmaktadırlar.

Demek ki Ruhçuluk, değişmez prensip olarak ancak şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlanmış olanı veya gözlemden mantık yoluyla çıkarılmış olanı ortaya koymaktadır. Kendi keşifleriyle desteklik ettiği sosyal yapının tüm dallarını ilgilendiren Ruhçuluk tedrici nitelikli tüm doktrinleri –bunlar, pratik hakikat haline ulaşmış ve de ütopya alanından kaynaklanmış türden olsalar bile- daima irdeleyip özümseyecektir, böyle hareket etmediği takdirde intihar etmiş olacaktır; içinde bulunduğu şu durumdan ayrıldığı takdirde aslına ve o yüce amacına layık olmadığını ortaya koymuş olacaktır. Tedrici bir biçimde yürüyen ruhçuluk, hiçbir zaman tam kemale ulaşmış gibi kabul edilmeyecektir; yeni keşifler sonucunda bir tek noktada bile hataya düştüğü ortaya çıkacak olursa, o hatayı derhal giderecek; yeni bir hakikat ortaya konmuşsa, onu derhal kabul edecektir. ( *)

56. Ruhsal varlıkların moral öğretilerinin yararı nedir? İnsan bir vahiye muhtaç durumda mıdır ve kendi yolunu çizmek için gerekli olan her şeyi kendinde bulamaz mı?

Moral açıdan şüphesiz Tanrı, insana, şuurunda yer alıp « Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma» diyen rehberler lütfetmiştir. Doğal ahlak, kuşkusuz insanların gönlüne yazılmıştır, ama onu okumasını herkes başarabilmekte midir? Batı uygarlığı Hz. İsa’nın bilgelik dolu öğütlerini tanımazlıktan, bilmezlikten gelmemişler midir hep? Hz. İsa’nın getirdiği ahlakı ne hale sokmuşlardır? Onu öğrenmekle görevli olanlar bile onu nasıl uygulamaktadırlar? Hükmü geçmiş ve de başkaları için geçerli, ama kendileri için geçersiz olma niteliğine bürünmüş bir kuram haline getirmemişler midir? Hiçbir hisse kapmayan çocuklarına aynı öğütleri on kere, yüz kere, bin kere tekrarladığı için bir babaya şaşıp kalmaz mısınız? Pekiyi, niçin Tanrı bu babanın yaptığından daha azını yapsınmış? İnsanların arasına onları görevlerini yapmaya çağırmakla ve ayrıldıklarında onları tekrar doğru yola çekmekle ve de aklın ve mantığın gözünü, onu bile bile kapamaya kalkışmış olanlara karşı, açmakla görevli kıldığı özel elçilerini -en üst düzeyde gelişmiş kimselerin ilkel ve barbar topluluklara misyoner gönderişlerini andırır bir biçimde- niçin yollamasınmış?

———————
( *) Bu bölüme alınmış açıklamalar gibi net ve kategorik olan açıklamalar karşısında, prensiplerin mutlaklaştırılmasına eğilim gösteren tüm iddialar ile önyargılı veya konuyu bilmez kişilerce doktrine atfedilen tüm yakıştırmalar yerle bir olmuşlardır. Bu açıklamalar yeni değildir zaten; bu konuda hiçbir şüpheye yer kalmaması için bunları birçok yazımızda sık sık tekrarlamışızdır. Bu açıklamalar bize ayrıca üzerimize düşen gerçek görevi, yani « işçilik» diye de nitelendirebileceğimiz ve de tutkuyla kabullendiğimiz görevi de göstermektedir.   

Ruhsal Varlıklar, daha iyisi olmadığı gerekçesiyle, dinlerin getirdikleri ahlak bilimlerini öğretmektedirler. Bildiklerimizden başka bir şey söylemediklerine göre sundukları öğretinin ne yararı olabilir ki? Aynı şey pekala, İsa’dan beş yüz yıl önce Sokrat ve Eflatun tarafından ve de hemen hemen aynı terim ve ifadelerle sunulmuş dinsel ahlak bilimleri için de söylenebilir; ahlak bilimciler arasında aynı şeyi tüm tonlarıyla ve tüm şekilleriyle tekrarlayanlar bu iki isim olmuştur. Şu halde, Ruhsal varlıklar, ahlak bilimcilerin sayısını arttırmak için gelmişlerdir, şu farkla ki, her yerde tezahür ederek saraylara olduğu kadar kulübelere de, bilgililere olduğu kadar bilgisizlere de duyurmuşlardır seslerini.

Ruhların öğretisinin, Dinsel ahlak bilimine ilave ettiği husus, ölmüşlerle yaşayanları birbirlerine bağlayan, ruh ve ruhun geçmişi ve geleceği hakkında dinlerin verdiği üstü kapalı kavramları tamamlayan ve de doğa yasalarının kendilerini tanıyan prensiplere ilişkin bilgidir. Ruhçuluk ve Ruhsal Varlıklar tarafından getirilmiş yeni bilgiler sayesinde insan, tüm yaratılmışları birbirine bağlayan dayanışmanın ne olduğunu anlamış; iyilikseverlik ve kardeşlik duygusu toplumsal bir zaruret halini almış; daha önceleri sadece görevdir diye yaptığı şeyi inançla yapar olmuştur ve de bunu başarmaktadır.

Ruhçuluğun ahlak bilimini uyguladıkları takdirde insanlar pekala bedenli veya bedensiz ahlakçılara artık ihtiyaçları olmadığını söyleyebileceklerdir; ve o zaman da Tanrı onlara ahlakçı yollamayacaktır.

57. Bu bölümün baş taraflarında yer almış soruların en önemlilerinden biri de şudur: Bilgileri sınırlı ve yanılabilir nitelikli, Ruhsal Varlıklardan intişar ettiğine göre, ruhçu açınlamanın ne gibi bir gücü olabilir ki?

Eğer bu tebligat sadece Ruhların öğretisinden ibaret olsaydı ve de tebligatı onlardan alıp gözü kapalı kabul etseydik bu itiraz yerli yerinde bir şey olacaktı; ama işin içine insan zekasının ve düşünme yeteneğinin katkısı da girdiğine ve de Ruhlar, insana, olaylardan gözlem yoluyla çekip çıkardığı tümdengelimler konusunda ne yapacağını, ne edeceğini öğrenmekle yetindiklerine göre bu itiraz değersiz ve geçersizdir. Oysa tezahürler ve onların sayısız denecek kadar çok sayıdaki çeşitlilikleri gerçek olaylardır; insan işte bunları inceleyip dayandıkları yasayı araştırmaktadır; bu çabasında da ona, kelimenin kullanılmakta olan anlamıyla, tebligatçılardan ziyade çalışma arkadaşları denebilecek olan her seviyeden Ruhsal Varlıklar yardım etmektedir; o da, kendisine bildirilenleri mantığın ve sağduyunun kontrolüne tabi tutmaktadır: Böylece, kendi aklını kullanmasına gerek kalmadan, Varlıkların pozisyonlarıyla orantılı özel bilgilere sahip olmaktadır.

Ruhsal varlıklar, insan, ruhlarından başka bir şey olmadıkları için, onlarla görüşürken insanlık aleminin dışına çıkmış olmamaktayız; üzerinde önemle durulacak husustur bu. İnsanlığın meş’aleleri olan dahiler de bu Ruhlar aleminden çıkıp gelmişler ve dünyayı terk ettiklerinde de yine oraya dönmüşlerdir. Ruhsal Varlıklar insanlarla görüşüp konuşabildiklerine göre, demek ki, bu dahiler de pekala, bedenliyken yaptıkları gibi bedensiz haldeyken de bilgi verebileceklerdir; aramızda yaşadıkları zamanlarda olduğu gibi ölüm sonrasında da bizi eğitebilmektedirler; bir tek fark, onları şu anda gözlerimizle göremeyişimizdir. Onların tecrübe ve bilgileri azalmıştır da denemez, dahası, insan bedenindeyken sözleri güçlüydü de şimdi Varlıklar aleminde bulunuyorlar diye daha mı güçsüleşmiştir yani?

58. Sadece üstün Ruhsal Varlıklar değil, her düzeyden ruhsal Varlık tezahür etmektedir ve bu, ruhsal alemin gerçek niteliğine inisiye olmamız için zaruridir çünkü bu alemi, tüm cepheleriyle ancak bu şekilde tanıyabilmekteyiz; bu sayede, görünen evren ile görünmeyen evren arasındaki ilişkiler daha samimileşmekte, bağlantılar daha apaçık bir hal almaktadır; böylece nereden gelip nereye gittiğimizi de daha açık seçik görmekteyiz: Bu tezahürlerin temel amacı budur işte. Hangi düzeye ulaşmış olurlarsa olsunlar, tüm ruhlar bize bir şeyler öğretmektedirler, ancak, bunlar birbirlerine oranla daha az veya daha çok bilgili ve görgülü oldukları için, iyi ve kötü yanlarını ayırt etme ve de öğretilerinin içeriğinden yararlanma işi bize düşmektedir; demek ki, hangi düzeyde gelişmiş olurlarsa olsunlar, hepsi de bize, bilmediğimiz ve de onların yardımı olmadan bilemeyeceğimiz şeyleri öğretebilmekte ve açıklayabilmektedir.

59. Hiç kuşkusuz yüce bedenli Varlıklar güçlüdürler, fakat etkinlikleri sınırlıdır ve zaruri olarak da ağır yayılır niteliklidir. Bu varlıklardan biri       –örneğin Peygamberler veyahut da Sokrat veya Eflatun- bugün çıkıp gelmiş olsalardı ve de insanlara ruhsal alemin durumunu açıklamaya kalkışsalardı, şüpheciliğin egemen olduğu şu dünyamızda, iddialarının gerçekliğini kim onaylardı ki? Onlara bir hayalperest veya ütopyacı gözüyle bakılmaz mıydı? Mutlak hakikatin sözcüsü oldukları kabul edilseydi bile, fikirlerinin insan yığınları tarafından kabul edilebilmesi için şüphesiz asırların geçmesi gerekirdi. İşte Tanrı, müteal bilgisiyle, bu olayın böyle cereyan etmesini istememiş, Ruhsal Varlıkların mevcudiyetine inanılsın diye, öğretinin bedenli Varlıklar tarafından değil, bizzat bedensiz Varlıklar tarafından verilmesini ve de –ya daha çabuk yayılması, ya da farklı merkezlere verilmiş öğretilerdeki aynılığı görerek insanın hakikati daha kolay görebilmesi; böylece de kendi kendine iyice kani olabilmesi için- bu işlemin tüm yeryüzünde aynı anda gerçekleşmesini istemiştir.

60. Ruhsal Varlıklar, insanı inceleme ve araştırma çabasından alıkoymak için gelmemektedirler; ona, her yönüyle tam ve eksiksiz bir bilim de sunmamaktadırlar; kendi kendine bulabileceği şeyi onun kendi gücüne havale etmektedirler; bugün Ruhçuların tam anlamıyla bildikleri husustur bu. Epey zamandan beridir yapılmakta olan deneyler, her türlü bilgiyi ve her türlü bilgeliği ruhlara atfeden görüşün yanlışlığını ortaya koymuş ve her şeyi öğrenmek için önüne çıkan ilk Varlığa danışmanın yeterli olacağı kanısının saçmalığını gözler önüne sermiştir. İnsanlık aleminden ayrılıp ötealeme geçmiş Varlıklar yine de insanlık aleminin bir cephesini oluşturmaktadırlar; tıpkı yeryüzü insanları arasında olduğu gibi onlar arasında da üstünler ve az gelişmişler şeklinde bir tabakalanma mevcuttur; çoğu, bu konularda, bilimsel ve felsefi bir anlamda, bazı insanlardan daha az şey bilmektedir; bize tamamen bilebildiklerini aktarmaktadırlar, ne daha az ne daha fazla; insanlar arasında olduğu gibi bunların arasında bulunan en gelişmişleri de az gelişmişlere oranla bize daha fazla bilgi sunabilmekte ve akla daha yatkın görüşler öne sürebilmektedirler. Varlıklara danışmak, hiç de doğaüstü güçlere başvurmak değildir, kendi dengine başvurmak demektir, bedenli yaşam sürdükleri takdirde pekala kendilerine başvurabileceğimiz kimselere başvurmak demektir; örneğin ana ve babamıza, dostlarımıza veya bize oranla daha gelişmiş kimselere danışmak gibi bir şeydir bu. İnanılması büyük önem taşıyan ve fakat, Ruhçuluğu incelemedikleri için Varlıklar aleminin durumu ve ötealem ilişkileri konusunda tamamen yalan yanlış görüşlere saplanmış kimselerin bilmediği husus budur işte.

61. Ruhsal varlıklar bizden fazla bir şey bilmiyorlarsa veya bildiklerinin hepsini söylemiyorlarsa, bu tezahürlerin ve bu tebligatın ne yararı olabilir ki?

Daha önce de belirttiğimiz gibi, en başta, çalışıp çabalayarak elde edebileceğimizi vermekten uzak durmaktadırlar; ikinci olarak da öyle konular vardır ki, gelişmişlik düzeyimiz nedeniyle kaldıracak güçte olmayışımız yüzünden, Ruhsal Varlıklar bunlara değinmekten kaçınmaktadırlar. Fakat ayrıca, yeni yaşamlarına özgü şartlar algılama alanlarını çok genişletmektedir, bunun için de yerküre üzerindeyken göremediklerini görebilir hale gelmekte; madden engelleyiciliğinden yakalarını kurtarmakta ve bedenli yaşamın tasalarından sıyrılmış olmaları nedeniyle olaylara daha yukarılardan bakabilmekte ve daha sağlıklı düşünebilmektedirler; kavrayış ve anlayışları çok daha geniş ufukları kucaklamaktadır; hatalarını anlamakta, fikirlerini yeniden onarıp güçlendirmekte ve insanca önyargılardan kendilerini kurtarmaktadırlar.

Ruhsal Varlıkların, bedenli insanlara üstünlükleri bundan ibarettir; bir diğer üstülükleri de öğütlerinin –gelişmişlik düzeyleri oranında- bedenlilere kıyasla daha akla yatkın ve çıkar hesaplarından daha arınmış olmasıdır. İçinde bulundukları ortam onlara ayrıca, şu anda bilemediğimiz ve bugünkü ortamımızda hiç de öğrenemeyeceğimiz şu müstakbel yaşamla ilgili konulara bizi inisiye etme imkanını da sunmaktadır. Bugüne kadar insan, kendi geleceği konusunda, ancak varsayımlar oluşturabilmiştir: İşte bunun içindir ki, bu konudaki inançları – hiççilikten tutun da fantastik cennet ve cehennem kavramlarına varıncaya kadar- nice farklı sistemlere kaynaklık etmiştir. Bugün Ruhsal Varlıklar, müstakbel hayatın nasıl bir şey olduğunu ve onu ancak kimlerin hazırlayabileceğini bize duyurmaya gelen öte dünya yaşamının görgü tanıkları, hatta aktörleri durumundadırlar. Görüldüğü gibi, bu tezahürler, etrafımızı çevreleyen ve de mevcudiyetinden artık şüphe bile etmediğimiz görünmez alemi bize tanıtmaya yaramıştır; akıl alır şey olmamakla beraber, kalkıp da ruhsal varlıkların bundan fazlasını verecek güç ve yetenekte olmadıklarını kabul etsek bile, tek başına bu bilgi muazzam bir bilgidir.

Yabancı bir ülkeye gittiğinizde, yolunuza çıkan garip bir köylünün size verdiği bilgileri red mi edersiniz? Zavallı bir köylüdür diye yolun durumu hakkında ona sorular sormaktan vaz mı geçersiniz? Şüphesiz ondan, çok yüksek düzeyli bilgiler bekleyemezsiniz, ama o, kendi bilgi dağarcığıyla belki de, o ülkeyi hiç tanımayan bir bilgine kıyasla sizi çok daha iyi bir şekilde aydınlatabilecektir. Siz de bu köylünün açıklamalarından –onun tek başına asla çıkaramayacağı- sonuçlar çıkaracaksınızdır; bu haliyle köylü, hem gözlemleriniz için yararlı bir vasıta olmuş ve hem de o ülkedeki köylülerin görenekleri hakkında bir fikir sahibi olmanızı mümkün kılmış olmaktadır. Ruhsal Varlıklarla ilişkiler konusu için de durum aynıdır, oradaki en mütevazi Varlık da, aynı şekilde, bize bir şeyler öğretebilmektedir.

62. Basit bir mukayese ile durum daha iyi anlaşılacaktır.

Göçmen dolu bir gemi uzak bir hedefe doğru yol almaktadır; geride kalanların anaları, babaları ve dostları olan her mevkiden ve her toplumsal tabakadan insanları taşımaktadır. Bir gün, kazaya uğradığı duyulur; ancak, ne bir iz kamıştır geriye, ne de bir haber alınabilmiştir; tüm yolcuların yok olup gittiği sanılır ve tüm yuvalar yasa bürünür. Oysa gemideki insanlar kurtulup ürün yönünden zengin ve verimli meçhul bir kara parçasının üzerine atmışlardır kendilerini ve orada iç açıcı bir gökyüzünün altında mutlu bir hayat sürmektedirler; ama geride kalanlar bu durumu bilememektedirler. Bir gün bu kara parçasına bir başka gemi yanaşır; daha önce kazaya uğramış olanların sağ ve salim yaşayıp gittikleri görülür. Haber her yana yıldırım hızıyla yayılır; herkes « Sevdiklerimiz yok olup gitmemiş!» der ve birlikte Tanrı’ya şükrederler. Gerçi geride kalanlar ve kazadan kurtulanlar artık birbirlerini görememektedirler, ama haberleşebilmekte ve sevgi alışverişinde bulunabilmektedirler; böylece de elemin yerini sevinç almış olur.

Dünya yaşamı ile ahret yaşamının, « modern tebligattan», Ruhçuluktan, önceki ve sonraki manzarası da böyledir işte; ikinci geminin yerine koyabileceğimiz bu açınlama bize, sevdiklerimizin ölüm sonrasında da yaşadıklarını ve bir gün bizim de muhakkak surette onlarla bir araya geleceğimizi müjdelemektedir; onların kaderlerine ilişkin şüphe de, bizimkine ilişkin olanı da yok olup gitmiştir; böylece umudun önünde umutsuzluk silinmiştir.

Fakat bu açınlamaya başka sonuçlar da zenginlik katmıştır. Tanrı, insanlığı, kendi kaderine ait gizemi kavrayabilecek ve yeni harikaları hayranlıkla seyredebilecek olgunlukta bulduğu için, görünen evreni görünmeyen evrenden ayıran perdenin kaldırılmasına müsaade buyurmuştur. Tezahür olaylarının hiçbir insanüstü yanı yoktur; bedensiz ( spiritüel) insanlık gelip bedenli insanlıkla sohbet etmekte  ve de ona şunları söylemektedir:

« Biz yaşıyoruz, demek ki hiçlik diye bir şey yoktur; şu anda biz nasılsak, yarın da siz öyle olacaksınız; gelecek, hem sizindir, hem de bizim. Daha önceleri karanlıkların içinde yürüyordunuz, biz işte onun için, yolunuzu aydınlatmak ve açmak için geliyoruz; rastgele gidiyordunuz, işte size neden gös-teriyoruz. Dünya hayatı sizin için her şey demekti, çünkü onun ötesine ait hiçbir şeyi göremiyordunuz: işte biz, ruhsal hayatın mevcudiyetini göstererek, size şöyle sesleniyoruz: Dünya hayatı her şey demek değildir. Görüşünüz ancak mezara kadar uzanabiliyordu, işte biz size ölüm ötesinde gözkamaştırıcı bir ufuk gösteriyoruz. Yeryüzünde niçin ıstırap çektiğinizi bilmiyordunuz, ama, şimdi, ıstırabın içinde mevcut bulunan Tanrı adaletini görebilmektesiniz artık; iyiliğin, sizler için, gelecekle ilgili bir önemi yoktu, ama bundan böyle bir amacı olacak ve bir zaruret haline gelecektir; kardeşlik kavramı güzel bir kuramdan başka bir şey değildi, şimdi ise doğanın bir yasasına dayandırılmaktadır. Hayatın sona ermesiyle birlikte her şeyin sona erdiğine dair olan inanca göre şu sonsuzluklar boştur; bencillik aranızda kol gezmektedir ve parolanız « Her koyun kendi bacağından asılır» olmuştur; geleceğin kesinlik kazanması sayesinde sonsuz mekanları Ruhsal Varlıklar kalabalığı doldurmuş, hiçbir yer hakkında boşluktan ve ıssızlıktan söz edilemez olmuş; mezarın berisindeki ve ötesindeki tüm Varlıkları birbirlerine bağlayan dayanışmanın mevcudiyeti ortaya çıkmış ve bugün artık « Birimiz, hepimiz; hepimiz, birimiz için» dövizinde ifadesini bulan iyilikseverlik duygusu hüküm sürer olmuştur. Eskilerden ölüm anında sevdiklerinize « ebediyen elveda!» derken, bundan böyle « Yakında görüşmek üzere hoşça kal!» diyeceksiniz.»

Ruhçuluğun özet halindeki sonuçları bunlardır işte; bu tebligat, inançsızlığın açtığı gediği tıkamak, şüphe ve hiçlik görüşünün yıktığı cesareti ayağa kaldırmak ve her şeye varoluş nedenini göstermek üzere gelmiştir. Varlıklar, bilimin sorunlarını çözümlemeye, cahillere bilgi ve tembellere kolayca servet edinme çarelerini sunmaya koşmuyorlar diye bu sonuç önemsiz mi sayılacaktır yani? Ama yine de, insanın bu tebligattan çekip çıkarmak zorunda olduğu sonuçlar sadece gelecekteki yaşamını ilgilendirmemektedir; bu bilgilerin zorunlu olarak insanın karakteri, zevkleri, eğilimleri ve ardından da toplumsal alışkanlık ve ilişkileri üzerinde de bu sonuçlardan yararlanacaktır. Bu yeni bilgiler bencilliğin, kibirin ve inançsızlığın egemenliğine son vererek, iyiliğin, vicdanın ve vazife sezgisinin egemenliğini başlatmışlardır.