Eckhart Tolle - ben kimim ? - bölüm 3

Share

http://www.dunyaana.com/images/adana54-b.jpg Kim olduğunuzla ilgili esas gerçek, ben buyum ya da ben şuyum değil ben benimdir demek.

Duygularla algılanan fiziksel vücudu, yaşlanmaya, sararıp solmaya ve ölmeye mahkum bir bedeni ‘ben’ gibi görmek insanı er ya da geç acı çekmeye götürür. Kendinizi vücudunuzla tanımlamaktan vazgeçmek onu ihmal etmeniz, onu hor görmeniz ya da artık onunla ilgilenmememiz anlamına gelmez. Eğer bedeniniz güçlüyse, güzelse ya da dinamikse bu özelliklerin keyfini çıkarabilir ve bunlar için minnet duyabilirsiniz. Tabii var oldukları sürece. Ayrıca doğru beslenme ve egzersizle vücudunuzu daha iyi bir hale getirebilirsiniz. Ama eğer vücudunuzu kim olduğunuzla eşdeğer tutmazsanız güzelliğiniz solduğunda, canlılığınız kaybolduğunda ya da bedeniniz güçten düştüğünde bu sizin kimlik hissinizin kaybolmasına sebep olma ya da kendinize değer vermenizi engellemez. Aslında vücut güçten düşmeye başladığında o formsuz boyut, diğer bir deyişle bilincin ışığı, solan formunuzdan daha kolayca yansıyabilir.

Biçimsiz bir bilinç olan Varlıksallık hissiniz ‘ben’, eğer şekille karışırsa ego ortaya çıkar. Kimlik tanımlama bu anlama gelir. Yapabileceğiniz başlıca hata Varlık’ı unutmaktır. Mutlak ferdiyet duygusu gerçeği bir kabusa dönüştürür.

Ego, kimliği biçimle tanımlamak, kendinizi aynı biçimin içinde aramak ve kaybetmektir. Biçimler sadece maddesel nesneler ve fiziksel bedenler değildir. Biçim alanında sürekli ortaya çıkan düşünce biçimleri dış biçimlerden -şeyler ve bedenlerden- daha önce gelir.

Siz bir insansınız. Bunun anlamı ne? Hayatın idaresi bir kontrol meselesi değil insan ile Varlık arasında bir denge kurmaktır. Anne, baba, koca, karı, genç, yaşlı, oynadığınız bütün roller, yerine getirdiğiniz görevler, yaptığınız her şey, hepsi insan boyutuna aittir. Onun yeri ayrıdır ve onurlandırılması gerekir ama tek başına gerçekten anlamlı bir ilişki ve hayat için yeterli değildir. Sonra bir de Varlık vardır. Dingin ama uyanık bilinçte bulunur. Sizin olduğunuz bilinçte. İnsan biçimdir. Varlık’ın bir biçimi yoktur. İnsan ve Varlık birbirinin içine geçmiştir, ayrılamaz.

Bütün biçimlerin faniliğinin farkına vardığınızda onlara olan bağlılığınız azalır ve belirli bir noktaya kadar kimliğinizi onlardan uzaklaştırırsınız. Bağımlı olmanız dünyanın sunduğu güzelliklerin keyfini çıkarmayacağınız anlamına gelmez. Aksine onların daha çok keyfini çıkarırsınız. Her şeyin faniliğini görüp kabul ettiğinizde, kaybetme korkusu ya da gelecek endişesi olmadan dünya zevklerinin tadını çıkarabilirsiniz. Hayatınızdaki olayların içinde bir bağımlı olarak hapsolmaktansa onlara daha avantajlı bir konumdan bakabilirsiniz.

“ Ne mutlu ruhta yoksul olanlara,” demiş İsa, “ göklerin egemenliği onlarındır.”

‘Ruhta yoksul’ ne demek? İçsel bir yükü, tanımlamaları olmayan demek. Birtakım şeylerin ya da içinde ferdiyet hissi olan zihinsel kavramların ağırlığını taşımayan. ‘Göklerin egemenliği’ nedir? Tüm tanımlamaları bırakıp ‘ruhta fakir’ olduğunuzda hissettiğiniz, Varlık’ın basit ama derin mutluluğu.

Şeylere olan bağımlılığınızı nasıl bırakırsınız? Denemeyin bile. Bu imkansızdır. Şeylere olan bağımlılığınız onlarda kendinizi aramaktan vazgeçtiğinizde yok olur. Bu arada siz sadece şeylere olan bağımlılığınızın farkına varın. Bazen bir şeye bağımlı olduğunuzu onu kaybedene ya da kaybetme korkusu yaşayana dek bilmeyebilirsiniz. Eğer böyle bir durumla karşı karşıya kaldığınızda üzülür, endişelenir ya da bu tip duygular hissederseniz ona bağımlısınız demektir. Eğer bir şeyle tanımlandığınızın farkına varırsanız o tanımlama artık tam değildir. “ Ben bir bağımlılığı olduğunun farkında olan farkındalığım.” Bu, bilincin başkalaşımının başlangıcıdır.

Uzayın akıl almaz derinliğini düşündüğünüzde ya da güneş doğmadan hemen önceki sessizliği dinlediğinizde sanki bir şey hatırlamışsınız, tanımışsınız gibi içiniz titrer. Sonra uzayın uçsuz bucaksız derinliğini kendi derinliğinizmiş gibi hissedersiniz ve herhangi bir biçimi olmayan değerli dinginliğin, hayatınızın içeriğini oluşturan şeylerden daha çok siz olduğunu anlarsınız.

Evrenin şeylerden ve boşluktan -şeyler ve şeysizlikten- oluşan iki boyutlu gerçeği aynı zamanda sizin gerçeğinizdir. Mantıklı, dengeli ve verimli bir insan hayatı, gerçeği oluşturan iki boyut arasında bir danstır: Biçim ve boşluk arasında. Çoğu insan biçim boyutuyla, duygusal algılarla, düşüncelerle ve hislerle öylesine özdeşleşmiştir ki hayatlarındaki o en can alıcı, gizli yarı eksiktir. Biçimle özdeşleşmeleri onları egoya hapsetmiştir.
Nasıl boşluk her şeyin var olmasına imkan tanıyorsa ve nasıl sessizlik olmadan ses olmazsa, siz de kim olduğunuzun özü, o hayati biçimsiz boyut olmadan var olmazdınız. Eğer ‘Tanrı’ kelimesi pek çok yanlış anlamda kullanılmasaydı buna Tanrı denebilirdi. Ben Varlık demeyi tercih ediyorum. Varlık oluşumdan önce gelir. Oluşum bir biçimdir, neler olduğuna dair bir içeriktir. Oluşum hayatın ön planı, Varlık arka planıdır.

İnsanlığın ortak hastalığı şudur: Kendilerini olanlara öylesine kaptırıyor, değişken biçimlerin dünyasıyla öylesine hipnotize oluyor, hayatlarının içeriğine öylesine dalıyorlar ki içeriğin, biçimin ve düşüncenin ötesindeki özü unutuyorlar. Zamanla öylesine tükeniyorlar ki asıl kökenleri, yuvaları ve kaderleri olan sonsuzluğu ihmal ediyorlar. Oysa sonsuzluk kim olduğunuzun yaşayan gerçekliğidir.

Çok kısa sürse de bir çiçeğin güzelliğini görmek sizi kendi içsel varlığınızın, gerçek doğanızın hayati bir parçası olan güzelliğe karşı uyandırabilir. Neşe ve sevgi, doğaları gereği o tanımaya, kabullenmeye bağlıdır. Çiçekler içimizdeki en gizli biçimsizliği ifade edecek bir biçim olabilir. İçinden çıktıkları bitkilerden daha fani, daha ruhani ve daha narin olan çiçekler başka bir diyardan gelen haberciler gibidir. Adeta fiziksel biçimlerin dünyasıyla biçimsizlik arasında bir köprü oluştururlar. Sadece hoş bir kokuları yoktur, ayrıca ruhlar diyarından bir aroma getirirler.

Bir çiçeği zihinsel olarak adlandırmadan dikkatle izlediğinizde sizin için biçimsizliğe açılan bir pencereye dönüşür. İçinizde küçük de olsa ruhani boyutta bir kapı açılır.

Birtakım roller oynamıyorsanız, yaptıklarınızda ferdiyet ( ego) yok demektir. İkincil bir gündem, bir korunma ya da kendinizi güçlendirme mevcut değildir. Sonuçta hareketlerinizin çok daha büyük bir gücü olur. Duruma odaklanabilirsiniz. Onunla bir olabilirsiniz. Belirli biri olmaya çalışmazsınız. Tamamen kendinizken en güçlü ve en verimli olursunuz.

Öte yandan, “Nasıl kendim olabilirim?” yanlış bir sorudur. Çünkü kendiniz olmak için bir şey yapmanız gerektiğini ima eder. Ama siz zaten kendinizsiniz. Tek yapmanız gereken, zaten olduğunuz kişiye fazladan ağırlık yüklemeyi bırakmak. “Ama ben kim olduğumu bilmiyorum. Kendim olmanın ne demek olduğunu bilmiyorum.” Eğer kim olduğunuzu bilmemekle tamamen rahatsanız o zaman geriye olduğunuz kişi -insanın ötesindeki Varlık, çoktan tanımlanmış bir şey yerine saf potansiyelle dolu bir alan- kalır.

Kendinizi kendinize ya da başkalarına tanımlamaktan vazgeçin. Ölmezsiniz. Aksine doğarsınız. Ve başkalarının sizi nasıl tanımladığıyla ilgilenmeyin. Sizi tanımladıklarında kendilerini sınırlamış olurlar, dolayısıyla bu onların problemdir. İnsanlarla etkileşime girdiğinizde orada bir görev ya da rol olarak değil, bilinçli bir Varlık alanı olarak bulunun.

Hayatın bu anda aldığı biçime tepki verirseniz, ‘Şimdi’yi bir sonuç, bir engel ya da düşman gibi görürseniz, kendi biçimsel kimliğinizi, yani egonuzu güçlendirirsiniz. Dolayısıyla egonun tepkiselliğini. Tepkisellik nedir? Tepkiye bağımlı hale gelmek. Ne kadar tepkiselseniz biçiminizle o kadar iç içe geçersiniz. Biçimle özdeşleştikçe egonuz o kadar güçlenir. O zaman Varlığınız biçimin ötesinde ışıldayamaz. Ya da bu ışıltı ancak sönük bir ışıltı olur.

Biçime direnmezseniz içinizde biçimin ötesindeki sarmalayıcı Varlık ortaya çıkar. Bu, kısa ömürlü biçimsel kimliğinizden -insandan- daha büyük bir sessiz güçtür. O güç, biçimler dünyasında olduğunuz herhangi bir şeyden daha çok sizsiniz.

Düşündüğünüzde, hissettiğinizde ve tecrübe ettiğinizde bilinç bir forma bürünür. Bu bir düşünceye, bir duyguya, bir deneyime, bir algıya yeniden hayat vermektedir. Budistlerin er geç kurtulmayı umdukları yeniden doğuş döngüsü durmadan devam eder ve sadece bu anla    -‘Şimdi’nin gücüyle- ondan kurtulabilirsiniz. ‘Şimdi’nin biçimini tamamen kabullenirseniz ‘Şimdi’nin özü olan boşlukla içsel bir uyum yakalarsınız. Kabullenerek içinizde yer açarsınız. Biçim yerine boşlukla uyumlu olun: Hayatınıza gerçek derinliği ve dengeyi getiren boşluk.

İnsanlar mutluluklarının olaylara bağlı olduğunu düşünür. Diğer bir deyişle biçime. Olayların evrendeki en değişken şey olduğunun farkına varmazlar. Bu ana, ya olmaması gereken ama olmuş bir şeyle bozulmuş ya da olması gereken ama olmamış bir şeyle eksik kalmış olarak bakarlar. Ve hayatın özündeki derin kusursuzluğu, daima orada olan, olan ya da olmayanların, yani biçimin ötesindeki mükemmelliği kaçırırlar.
Bu anı kabul edin ve her biçimden daha derin, zamanın elinin değmediği mükemmelliği bulun.

Tek gerçek mutluluk, Varlık’ın mutluluğu size herhangi bir biçimde, sahip olma, başarı, insan ya da olay vasıtasıyla gelemez. Aslına bakarsanız o mutluluk size asla gelmeyecek. Çünkü Varlık’ın mutluluğu ancak içinizdeki biçimsiz boyuttan yayılabilir. Bilincin kendisinden. Ve bu bilinç zaten sizsiniz.

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana